Yemyeşil adada obur bir öküz
yalnız başına yaşardı. Akşama kadar adada ne kadar ot varsa yer,
doyar, semirdikçe semirir. Gece olduğunda da; "yarın ne yiyeceğim"
diye dertlenir, üzüntüden kıla döner... Sabah olup, etraf görünecek
kadar ışıyınca, geçen süre içinde her tarafın yeniden yeşerdiğini,
otların boyu aşacak duruma geldiğini fark eder, sevinç ve büyük
bir iştaha ile saldırır otlara, akşama kadar otlar, yenmemiş tek kök
dahi bırakmaz, yağlanır, tavlanır, gücü kuvveti yerine gelir...
Yenecek hiç bir şeyin kalmadığını fark ettiğinde de, zaten akşam
olmuş olur, açlık korkusu, ertesi güne yiyeceğinin olmadığı düşüncesi
perişan eder, bu korkuyla titremeye başlar, zayıflar... Bu öküz yıllardır
böyledir.
Bidayetten beri yeşilliği otlar, çimenlikte yayılır, ertesi gün
hep dolu bulur etrafı, rızkında azalma olmaz. "Bu korku nedir, gönlümü
yakıp, yandıran bu gam nedir?..." diye düşünmez! İşte
nefis; o öküzdür, çayırlarla dolu ada ise; Dünyadır.
Tabiat; ekmek korkusuyla zayıflar durur, "gelecek zamanlarda ne
yiyeceğim, yarının rızkını nasıl ve nerede elde edeceğim?.."
kaygısına düşer!... Halbuki; yıllardır yedin, yiyeceğinde hiç
bir eksilme olmadı. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak ta,
geçmişe bak. Yediğin rızıkları hatırla, geleceği düşünüp sızlanma...
Mesnevi - V-234
|