Çiftçinin birisinin bir eşeği
vardı. Beli yaralı, zamanının hemen tamamına yakınında aç olduğundan,
bir deri bir kemik kalmış, arık mı arık, dolaşır durur otsuz
kayalıklarda...
Sudan başka bir şey bulunmayan bu çevrelerde aranır, gece gündüzü
matem içinde geçer, lakin ümidini de kaybetmezdi. Oraya fazla uzak
olmayan bir yerlerde, içerisinde kamışlık da bulunan bir orman vardı,
tabii ki kralı aslanıyla birlikte.
Aslan, bir erkek fil ile savaşmış, yorgunluktan hasta düşmüş,
avdan kalmıştı. Avlanamayınca da; onun bıraktığı artıklarla
beslenen bir çok hayvan da yiyeceksiz kalmış, dara düşmüşlerdi.
Aslan; tilkilerin en kurnazını
çağırdı, dedi ki:
- Var git, bir eşek yahut öküz ara. Ona maval oku, kandır buraya
getir. Yersem, gücüm kuvvetim yerine gelir, sonra başka avlar tutarım,
bir azıcığını kendim yerim, kalanlarını da sizler yersiniz. Bu şekilde
sizlerin de gıdalanmasına sebep olurum. Artık ne yaparsan yap;
afsunlar oku, güzel sözlerle aldat, yeter ki; buraya kadar getir,
gerisini bana bırak!...
Kutup aslandır, işi de avlanmaktır!. Bu halkın artakalanları; onun
artıklarını yer, beslenir. Kudretin yettiğince kutbun rızasına çalış
da; kuvvetlensin ki, vahşi hayvanları avlasın. Senden av isterse bunu
gözet; çünki halkın bulabildiği, ancak onun artığıdır. O; akıl
gibidir, halk ise, bedende ki uzuvlara benzer. Beden, akla bağlıdır.
Kutbun zayıflaması ten cihetinden olur, ruh bakımından değil. Gemi
zayıflar ama, Nuh zayıflamaz. Kutup o kimsedir ki; kendi etrafında döner,
amma; gökler de onun çevresinde döner!.. Allah: "Allah’a yardım
ederseniz, yardıma erersiniz!.." buyuruyor. Tilki gibi av avla da
ona feda et, bu suretle yaptığının binlerce misline kavuşursun.
Bostana dökülen gübrenin, mahsulü geliştirmesi gibi, onun önüne
de gelen, ölü olsa dirilir.
Tilki, aslana:
- Emriniz baş üstüne. Hileler dizmek, afsun okumak benim işimdir!..
Zaten işim; bunları yaparak, halkı doğru yoldan çıkarmaktır.
Onların aklını başından alır, siz padişahımıza hizmette
bulunuruz!... Dedi, uzaklaştı, bir solukta kayboldu ortalıktan. Çok
aramaya hacet kalmadan o yoksul ve zayıf eşeği buldu. Candan bir
selam vererek yanına geldi:
- Kayalıklardan başka bir şey yoktur, bu kuru yerlerde ne yapıyorsun,
dedi. Eşek dedi ki:
- İster gamda olayım, ister cennette!.. Kısmetimi Allah veriyor, ben
de O’na şükrediyorum. Dosta; hayır zamanında şükrederim, şer
zamanında da hamdederim.. Çünki kaza ve kaderde beterin beteri de
vardır!.. Madem ki, rızıkları taksim eden O.. Şikayet küfürdür!.
Sabır gerekir. Sabır; genişliğe kavuşmanın anahtarıdır. Dost
O’ dur!.. Başka her şey düşmandır. Şu halde; düşmana, dost şikayet
edilir mi? Bana ayran verirse bal istemem. Çünki her nimetin bir gamı
vardır!... Bak sana bir kıssa anlatayım: Bir arkadaşım vardı, su
taşırdı devamlı, çünki sahibi saka idi. Zorluktan beli yay gibi eğilmiş,
iki büklüm olmuştu. Ağır yükün tesiriyle sırtında yüzlerce
yara açılmıştı. Ölüme âşıktı adeta! Yem mi?.. Bazen biraz
saman, bazen azıcık kuru ot. Arpa nerede?!.. Karnının yarısı dahi
doymaz, sırtının yaralarının acısı ciğerlerine işlerken;
sahibinin demir şişle nodullaması ise, yaraların üzerine tuz biber
eker, ölümü arar dururdu. İmrahor görür, acır. Sahibiyle de dost
olduğundan:
- Sen bu eşeği bir kaç günlüğüne bana ver, padişahın ahırına
çekeyim, kuvvetlensin orada, dedi. Adam eşeğini o merhametli kişiye
verdi. O da onu, padişahın ahırına bağladı. Hepsi bir birinden
semiz, tavlı, güzel Arap taylarını gördü. Yerler süpürülüp
sulanıyor, arpa, saman tam vaktinde geliyor... Bir tımar yapılıyor
ki!.... Değme gitsin!.. Aklı başından gitti sanki, başını göğe
kaldırdı(!), dedi ki:
- Ey Ulu Allah’ım: Tutalım ki eşeğim!.. Senin mahlûkun değil
miyim?.. Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?..
Geceleri sırtımın acısından, karnımın açlığından her an ölümü
istiyorum!.. Bu atların halleri böyle mükemmel iken; peki, azap ve
bela, neden yalnız bana mahsus?.. Derken ansızın savaş koptu. Arap
atlarına eğerleri vurup, savaşa yolladılar. Düşmandan oklar
yediler, temreler saplandı her bir yanlarına. Gelerek perişan bir
halde ahıra düştüler. Sıra sıra dizilen nalbantlar; önce ayaklarını
sağlam iplerle bağladılar, hançerlerle bedenlerini yararak yaraları
temizlediler, temreleri ayıklayıp, çıkardılar. Eşek bunları görünce
dedi ki:
- Ya Rabbi: Ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım. O gıdaları
da istemem, o yaraları da!.. Âfiyet dileyen, dünyayı terk eder!..
Tilki dedi ki:
- Bak: Allah’ın emrine uyup, helal rızık aramak farzdır. Bu alem
sebepler alemidir. Sebepsiz hiç bir şey elde edilemez, onun için
mutlaka "dilemek" lazımdır. Nebi, rızık için: " Kapısı
bağlıdır, kapısında kilit vardır.." buyurmuştur. O kilidin
anahtarı bizlerin hareketidir. Kapı anahtarsız açılmayacağından,
istemeden ekmek vermek de Allah’ın âdeti değildir!.. Eşek dedi ki:
- O senin dediğin Allah’a dayanmanın zayıflığındandır. Can
veren, ekmeğini de verir. Kim sabrederse rızkı gelir, yetişir. Çalışıp,
çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır. Tilki dedi
ki:
- Allah’a dayanma nadir bulunur. Bunu da pek az kimse başarabilir.
Nadir olanın peşine düşmek bilgisizlikten kaynaklanır. Herkes
nereden padişahlığa yol bulacak? "Kanaat hazinedir" demiş
Nebi. Herkes gizli hazineye ulaşabilir mi? Haddini bil, öyle yükseklerden
uçma!... Eşek dedi ki:
- Bunu ters söylüyorsun. Bil ki; kötülük insana tamahtan gelir.
Kanaat etmekten kimse ölmemiştir!.. Hırs ile de kimse padişah olmamıştır!..
Şu bulut ile yağmur; insanın kazancı sonucu mu oluşur?. Allah; köpeklerle,
domuzlara dahi rızkı esirgememekte!.. Sen nasıl rızkına düşkünsen,
rızık da; rızık yiyene öyle düşkündür!.. Bak bir mesel anlatayım
sana, kulaklarını iyice aç da, öyle dinle: Bir zahit: Nebinin;
"Herkesin rızkı Allah’tandır... Dilesen de, dilemesen de rızkın
senin aşkınla koşa koşa gelir, seni bulur!.." sözünü duymuştu.
- Sa’yi gayretim olmadan rızkım bana nasıl gelir?.. Şunu bir
deneyeyim de, inancım kuvvetlensin, kalbim mutmain olsun!.. Dedi.
Gitti, kimselerin uğramadığı kuytu bir yere yattı. Bu sırada
yolunu kaybeden bir kervan, adamın yattığı yere kadar geldi, onu
uyur vaziyette görünce:
- Bu adam neden şehirden, köyden uzak,vahşi hayvanlardan korkmadan,
çıplak durumda yatıyor?.. Ölü mü, diri mi acaba?.. diye sordu içlerinden
biri. Merak ettiler,yokladılar, ayıltmaya çalıştılar, başaramadılar.
Bunun üzerine:
- Zavallı!... Açlıktan ölüm haline gelmiş!... Ne bir yerini
oynatabiliyor, ne de gözlerini açabiliyor... dediler, ekmek ve yemek
getirdiler, ağzına vermek istediler, lakin başaramadılar. (Zahit; rızkın,
insana çaresiz gelip yetişeceğine olan inancını tam kemale ulaştırmak
için, inadına dişlerini sıktı, yemeği yemek istemedi.) Kervan halkı
koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp zorla açtılar, çorbayı
döküp, arada da ekmek parçalarını boğazına doğru ittiler. Adam
dedi ki:
- Gönül; susuyorsun ama, sırrı biliyorsun da, kendini naza çekiyorsun!...
Gönül cevap verdi:
- Biliyorum ki; canıma da rızık veren Allah’tır, tenime de. Bütün
bunları mahsustan yapıyorum. Bundan fazla sınama, deneme olur mu?
Bak, rızık sabredenlere ne güzel yetişiyor... Tilki dedi ki:
- Bırak bu hikayeleri de, elini az da olsa kazanca uzat. Allah sana el
vermiş, bir iş yap ta, kazancında dostun da yararlansın.. Herkes bir
iş tutar; bir kişi her işi yapamaz. Neden?.. Herkes ihtiyacını karşılamak
için birer iş tutar.. Sünnet olan yol, çalışmak ve kazanmaktır. Eşek
dedi ki:
- Allah’a dayanmadan daha iyi bir kazanç bilmiyorum... Şükür rızkı
artırır... Konuşmaları uzadıkça uzadı. Bir neticeye ulaştıramadılar,
nihayet tilki dedi ki:
- "Nefislerinizi ellerinizle tehlikeye atmayın..." emrini
bilirsin. Böyle kayalık bir yerde sabretmek ahmaklıktır. Allah’ın
alemi geniştir. Gel sen çayırlığa göç. Irmak kenarında
yemyeşil otlarla gününü gün et. Orada ki hayvanlar rahat ve refah içerisinde
yaşamaktadır. Sen neden oradan nasip almayasın? Eşek, eşekliğini gösterdi,
akledemedi ki: Oralar böyle bolluk yerler de, sen neden zayıfsın,
anlattığın cennet misali yerlerin eseri sende neden görünmüyor?
Demeyi akledemedi.. Çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elinde ki
delillerin hepsini unuttu, tilki ile çayırlığın yolunu tuttu. Aslan
uzaktan eşeğin geldiğini gördü, hırsı gözünü kararttı, yanına
kadar gelmesini beklemeden korkunç surette kükredi, doğrulmak istedi
fakat, kımıldayacak hali yoktu. Eşek uzaktan gelen sesle irkildi,
aslanı da görünce döndü arkasını nalları kaldırdı, dağın eteğine
kadar arkasına hiç bakmadan koştu.
Tilki dedi ki:
- A padişahım, kavga zamanında neden sabretmedin? Neden yanına kadar
gelmesini beklemedin? İyice yaklaştığında küçük bir saldırışla
üstün gelirdin. Acele; şeytanın hilesi, sabır ve önlem; Allah'ın
lütfudur.
Aslan dedi ki:
- Bu derece kuvvetsiz kaldığımı zannetmiyordum. Az çok gücüm vardır
sanmıştım. Fakat açlık o kadar şiddetli ki, sabrım da kayboldu
aklım da. Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, kandır
buraya getir. Sana pek minnettar kalırım.
Tilki:
- Tamam, dedi. Allah yardım eder de basiretini bağlar, çektiği
korkuyu unutursa ne ala. Bu da onun eşekliğinden uzak değildir. Lâkin;
onu kandırırda buraya getirirsem, sakın acele edip, emeklerimi zayi
etme.
Aslan dedi ki:
- Evet, anladım ki, bedenimde fer kalmamış, pek halsizim. Eşek
tamamiyle yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi uyur gösteririm.
Tilki yola düştü. "Allah'ım
yardım et bana da , eşeğin aklını gaflet bürüsün. Şimdi o tövbeler
etmiştir, herkese kanmamak için söz vermiştir kendi kendine. Onun
ahdını ve tövbesini hilelerimle bozayım..." diye dua etti,
planlar hazırladı. Eşeğin yanına ulaştı.
- Senin gibi dosttan çekinmek
gerek. Ben ne yaptım ki sana, alıp ejderhanın yanına götürdün?
Bana kinlenmene sebep neydi? Kendisine hiç zararı olmayanı akrebin
sokması, yahut şeytan gibi... Adem ona ne bir zarar vermiş, ne de
bir haksızlıkta bulunmamıştı.. Ama yaratılışı öyle olmasını
gerektirmişti. Senin yaratılışındaki kötülük ve hile tohumu
gibi, dedi eşek, içini boşalttı.
Tilki dedi ki:
- O bir büyü, bir tılsımdı. Senin gözüne aslan göründü. Yoksa
ben, beden bakımından senden daha zayıfım, böyle olduğu halde gece
gündüz oralarda dolaşır, rızkımı temin ederim. Eğer öyle bir tılsım
yapmasalar herkes oralara koşar, nefaseti kaybolurdu. Ben seni
uyaracaktım, "aslan suretinde bir şey görürsen korkma sakın, o
bir sihirdir" diyecektim ama, haline acıdığımdan bunu söylemek
aklımdan çıktı.
Eşek dedi ki:
- Haydi oradan ey düşman!.. Çekil karşımdan da senin çirkin suratını
görmeyeyim. Hangi yüzle geliyorsun karşıma?.. Çayıra götüreceğim
diyerek apaçık düşmanlık ettin bana. Azrail'i gözlerimle gördüm,
yalan söyleyip , hâlâ beni kandırmaya çalışıyorsun. Eşeğim,
ama benim de canım var, nasıl feda edebilirim?.. Ahd ettim;
kimsenin vesvesesine kanmamak için Allah'tan yardım diledim. O
da ayağımın bağını çözdü, uzaklaşabildim oradan. Yoksa o erkek
aslan bana ulaşsaydı, ne olurdu halim?. Yine o aç aslan hileyle seni
bana yolladı, değil mi?.. Herkesin muhtaç olduğu, ancak kendisi
ihtiyaçtan uzak Allah'ın zatına yemin olsun ki; kötü yılan bile, kötü
arkadaştan daha iyidir. Çünki kötü yılan insanın yalnız canını
alır, kötü arkadaş insana cehennemi durak yapar. Gönül arkadaşının
huyunu kapar. Bil ki ey kötü arkadaş; akıl sarhoş bile olsa, zümrüt
gibidir.
Tilki dedi ki:
- Her ne kadar adım kötüye çıkmışsa da, ben hiç kötü biri değilim.
O gördüğün aslan değil, tılsımdı. Vehimle gelen hayalleri küçümseme.
Bu hayal suretleri Halil'e bile zarar verdi. Tevil incisini delen bu
zat; ayı, yıldızı görünce: "İşte bu benim rabbimdir"
demedi mi?.. O bu duruma düşerse, eşek ne hale gelir, onu da sen
hesap et!.. O vehim gemisine binen niceleri helak oldu!.. Bunların en aşağısı
da akıllı ve filozof Fir'avn değil miydi?.. Bu hayal yüzünden din
ehli, yetmiş iki fırka olmadı mı?.. Bu vehim ve hayallerden ancak
yakîn ehli kurtulabilir.
Tilki saydı döktü, eşek direndi, karşı koydu. Ama aklının bir köşesinde
hep açlık vardı. Sabrı gittikçe zayıfladı. Tutsağı olduğu açlık
canına tak dedi: "Hile olsa bile, say ki öldüm... Bari bu açlık
azabından kurtulurum ya!.. Yaşamak bu ise, ölüm daha yeğdir benim için..."
diye düşündü. Hani, Nebinin: "Az kaldı ki yoksulluk, küfür
olayazdı..." dediği noktada, ikilem içerisinde; açlık karşısında
belki ölüm, küçük bir umut; tilkinin dedikleri otlarla dolu,
tehlikelerden azade çayırlıklarda mutlu bir yaşam. Tövbesini bozdu.
Hırs; insanı kör ve ahmak
yapar, bilgisiz bir hale sokar, ölümünü de kolaylaştırır. Halbuki
eşekler için ölüm kolay değildir. Çünki ebedi bir canları
yoktur. Ecelleri cüretlerinden ve ahmaklıklarındandır. Açlık padişahlığından,
imtilaya yöneliş ahmaklık değil de nedir?.. Açlık;
kuvvetlensinler, aslan kesilsinler diye Allah haslarına verilmiştir.
Tilkicik eşeği ta aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği
paramparça etti, yedi. Hem yoruldu, hem susadı. Su içmek için kaynağa
gitti. Bunu fırsat bilen kurnaz tilki, hemencecik eşeğin ciğeri ile
yüreğini yedi. Su içip dönen aslan arandı, eşeğin ne ciğeri vardı,
ne de yüreği. Tilkiye dönerek:
- Bunun ciğeri nerede, yüreğine ne oldu?.. diye çıkıştı. Zira,
bu iki uzvu çok severdi.
Tilki dedi ki:
- Onda yürek yahut ciğer olsaydı, kıyameti görüp, korkuyu tatmış,
güçlükle kaçabilmişken, ikinci defa senin yanına gelir miydi?..
Mesnevi V-191 |