HZ.
MEVLANA'NIN ŞAHSİYETİ
Dış Görünüşü
Mevlana, sararmış yüzlü ve ince vücutlu idi. Bu
sararmış ve zayıf bünyesinde öyle bir nur ve heybet vardı; gözleri
o kadar keskin ve çekici idi ki, kimse dikkatle bakamazdı. Mevlana başına,
bilginlere mahsus bir şekilde sarık sarar, taylasan (sarıktan sarkan uç)
bırakırdı. Sırtına da bilginlerin giydikleri gibi bol geniş kollu
bir hırka giyerdi.
Şems’in kaybolmasından kırk gün sonra, ömrünün sonuna kadar,
beyaz sarık yerine duman renkli bir sarık sardı ve Yemen ile Hint kumaşından
yaptırdığı fereci (göğsü açık uzun kollu cübbe) giydi.
Hazret-i Mevlana’nın Tasavvufu
Mevlana’nın tasavvufu, hiçbir zaman bir bilgi sistemi
yahut hayali bir idealizm değildir. Onun tasavvufu, irfan tahakkuk, aşk
ve cezbe aleminde olgunlaşmadır. Mevlana, daima hayatın gerçeklerini görür,
hayatın bütün gerçeklerini kabul eder, ondan el etek çekmez. Miskinliği,
hayattan el etek çekmeyi reddeder, hayatı, hayatın içinde yaşatır.
Onun dünyayı tarifi, bize, onun tasavvufunu açıklar: “Dünya nedir?
Allah’tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret
yapmak ve kadın; dünya değildir. Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın
mala, Peygamber, “Ne güzel mal” demiştir. Suyun gemi içinde olması
geminin helakidir. Gemi altındaki su ise gemiye, geminin yürümesine
yardımcıdır. Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındadır
ki Süleyman Peygamber, ancak yoksul adını takındı. Ağzı kapalı
testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstüne
yüzüp gitti. İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine
batmaz, o denizin üstünde durur. Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu
mülk, gözünde hiçbir şey değildir."
Hazret-i Mevlana’nın Tasavvufunda Gaye
Mevlana’nın tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur.
Dolayısıyla hakiki padişahlık, gerçek varlık makamına erişmektir.
“Asıl o Allah mülk ve saltanat sahibidir, kendisine baş eğene bu
topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce
saltanat ihsan eder. Fakat, Allah huzurunda bir secde, sana iki yüz
devlet ve saltanattan daha hoş gelir. Ben ne mal isterim, ne mülk; ne
devlet isterim, ne saltanat. Bana o secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp
sızlanmaya başlarsın...” “Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma
tuzaktır. Konduğun yeri baş köşe sanmışsın ama, kapıda kalakalmışsın.
İğreti padişahlığı Allah’a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği
hakiki bir padişahlık versin.” “Yok olmadıkça hiç kimseye yüce
huzura varmaya yol yoktur.” “Kapıda dolaşan, Ben’den Biz’den dem
vuran kapıdan sürülür, “La” makamında dolaşıp durur.” “Kim
benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı
için herkese dost kesilir.” “Yokluk küheylanı, ne de güzel bir
buraktır. Yok olduysan seni varlık makamına götürür.”
Hazret-i Mevlana’nın Tasavvufunda Aşk
Mevlana’nın tasavvufunda, yaratılışın, hayatın
manası aşktır. Aşk ise, kimseye niyazı, ihtiyacı olmayan Allah’ın
vasıflarındandır. Ondan başkasına aşık olmak da geçici bir
hevestir. Yaratılışın sebebi bütün hastalıkların takibi, böbürlenmenin,
bencilliğin devası, elemlerin merhemi ilahi aşktır: “Aşk, o şuledir
ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar”, “Aşk,
kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır.
Ondan başkasına aşık olma, geçici bir hevestir.”, “Ey bizim kibir
ve azametimizin ilacı, ey bizim Eflatunumuz! Ey bizim Calinusumuz!”,
“Toprak beden, aşktan göklere çıktı, dağ oynamaya başladı, çevikleşti.
Ey aşık! Tur’un canı oldu. Tur sarhoş, Musa da düşüp bayılmış...
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir. Vah ona!”
Hazret-i Mevlana’nın Tasavvufunda Esas
Mevlana’nın tasavvufunda esas, gönül sahibine erişmek
ve cevher olmaktır. Nitekim şöyle buyurur, “Allah ile oturup kalkmak
isteyen kişi, veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen,
helak oldun gitti. Çünkü sen, külli olmayan bir cüz’sün. Şeytan
birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu, kimsiz, kimsesiz bir hale
kor, o halde de bulunca başını yer mahvedip gider.”, “Velilerin
huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Allah’dan uzaklaşırsın.”,
“Mana ehliyle düş kalk ki hem ata ve ihsan elde edesin, hem de feta
(yiğit, cömert) olasın.”, “Bu cisimde manasız can, hilafsız, kılıf
içinde tahta kılıç gibidir. Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca
yakmaya yarar bir alet olur.”, “Tahta kılıcı muharebeye götürme,
ah u figana düşmemek için önce bir kere muayene et; eğer tahtadansa,
yürü başkasını ara, eğer elmassa sevinerek ileri gel! Elmas kılıç,
velilerin silah deposundadır. Onları görmek size kimyadır. Bütün
bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: Bilen, alemlere
rahmettir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erleri sohbeti de seni
erlerden eder. Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen
cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta canının içine dik . Gönlü
hoş olanların muhabbetinden başka muhabbetlere gönül verme. Ümitsizlik
diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma, güneşler var. Gönül,
seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.
Agah ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır.
Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren.”
Hazret-i Mevlana’nın İslami Esaslara ve
Hazret-i Muhammed’e (S.A.V.) Bağlılığı
Mevlana “Muhakkak ki sizin, Allah’ın yanında en
kerim olanınız Allah’dan çok korkup, günah işlemeyeninizdir.”
Mealindeki ayetin şuuruyla daima Kur’an hükümlerinin adabına riayet
ederek Allah’ın hakim kıldığı şeylerden çekinmiş, nefsinin
hazlarını terketmiş, olgunluğu elde etmeye mani olan şeylerden el çekmiş,
hülasa Allah’dan kendisini uzaklaştıracak şeylerin hepsinden daima
sakınmış gerçek takva sahibi bir şahsiyettir.
Hazret-i Mevlana İslami Esaslardan Sapmadı
Şems ile karşılaştıktan sonra, muhitin hazım ve idrak edemeyeceği
bir aleme giren Mevlana bütün vecd (kendinden geçerek ilahi aşka
dalma) ve istigrak (mana alemine dalarak dünyadan habersiz olma hali) içinde
dahi bir an İslam dininin esaslarından harice bir adım atmamıştır.
Hazret-i Mevlana’da İbadet Şuuru
Mesnevi’sinde; “Bizim Rabbimiz “Secde et ki,
Allah’ın yakınlarından olasın” buyurmuştur. Bizim bedenlerimizin
secdesi ruhlarımızın Allah’a yaklaşmasına sebeptir.” Diyen
Mevlana, Allah sevgisini yalnız fikir ve mana olarak kabullenmez, üzerine
farz olan ibadetleri aşkla ifa ederdi. Eflaki şöyle naklediyor:
Mevlana, Ezan-ı Muhammedi’yi işitince, elleriyle dizlerinin üzerine
basıp, olanca heybetiyle ayağa kalkar, “Ey kendisiyle ruşen olan canımız!
Adın ebediyete kadar kalsın” der; bunu üç defa tekrarlar sonra:
“Bu namaz, oruç, hac ve cihad, itikadın şahididir. Hediyeler, armağanlar
ve sunulan şeyler benim seninle hoş olduğumun, seni sevdiğimin şahididir.”,
“Eğer Allah sevgisi yalnız fikir ve mana olsaydı senin oruç ve namazının
zahiri suretleri de kalmazdı, yok olurdu.” Diyerek tam bir tevazu ve
niyazla namaza dalardı.
Hazret-i Mevlana Kur’an-ı Kerim’e Hayran, Hazret-i Muhammed’e
Kurban’dır
Mevlana, şu rubaisiyle Kur’an-ı Kerim’e ve Hazret-i
Muhammed’e (S.A.V.) bağlılığını apaçık ilan ederek
“Canım bedenimde oldukça Kur’an-ın kuluyum;
Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.
Birisi, sözlerimden, bundan başka birsöz naklederse, O nakledenden de
bezmişim ben, bu sözden de bezmişim” demektedir.
Hazret-i Mevlana’nın Hüviyeti
Mevlana’nın eserleri ve yaşayışı dikkatlice tetkik
edildiğinde, rahatlıkla şöyle söylenebilir: Mevlana kendi ilmini,
Hazret-i Muhammed’in ilminde; irfanını, Hazret-i Muhammed’in irfanında;
benliğini, Hazret-i Muhammed’in benliğinde; hasılı bütün varlığını,
O’nun varlığında yok ederek manevi hüviyetini, Hazret-i
Muhammed’in manevi hüviyetinin parlak meş’alesi nurundan yakıp
uyandırmıştır. Nitekim kendisi de bu hakikati şu mısralarında
belirtmekterdir.
“Biz Allah’ın sayesiyiz, Mustafa’nın nurundanız.
Sedef içine damlamış çok kıymetli bir inciyiz.
Herkes suret gözüyle bizi nereden görecek?
Biz Kibriya’nın su ve balçık içinde belirmiş nuruyuz.”
O’nun İnsana Bakış Dairesinin Merkezi
Bilinmelidir ki, Mevlana’nın, bir kamil mürşid olarak
manevi vazifesi, yaratılışının gayesi çerçevesinde, insanların
hidayetine ve ebedi saadetine vesile olabilmektir. Bu ilahi gayenin
gayreti ve yüklendiği manevi vazifenin şuuruyla: “Biz pergel gibiyiz.
Bir ayağımız Şeri’at’de (ayet, hadis, icma-i ümmet ve kıyas-ı
fukaha üzerine kurulmuş olan din kaidelerinde) sağlamca durur, öteki
ayağımız yetmişiki milleti dolaşır.” Demektedir.
O’nun Engin Hoşgörüsündeki Sır, Nur, Şuur, Huzur: O’nun engin hoş
görüsünde Tevhid’in sırrı, Kur’an’ın nuru, imanın şuuru ve
Muhammedi ahlakın huzuru vardır. Mevlana’nın Tevhid’in neş’esiyle
ve Muhammedi feyzin coşkunluğu ile özünde olan engin hoşgörüsünü
yaşayışı ile de, nükteli bir biçimde, ortaya koyduğunu görmekteyiz.
Zaten Mevlana’nın şahsiyetindeki olgunluk ve bariz vasıf, söylediğini
yaşamasıdır ve fikrini hareketiyle göstermesidir. Bu hususta bir misal
verelim: Bir Sema meclisinde Mevlana, Sema etmektedir. Birdenbire Hıristiyan
sarhoş Sema’a girer. O sarhoş heyecanlar göstererek Mevlana’ya çarpmaktadır.
Bunun üzerine dostlar o sarhoşu incitirler. Mevlana, o sarhoşu
incitenlere hitaben, “Şarabı o içmiştir, sarhoşluğu siz
ediyorsunuz” buyurur. Dostlar, o sarhoşu tanıtmak için cevaben,
“Tersadır (Hıristiyan)” dediklerinde, Mevlana, tesanın diğer,
korkak ve korkan, manasını ima ederek; “O tersa (korkar ve korkan) ise
siz niçin değilsiniz?” Der ve dostlar, yaptıkları hatadan dolayı özürler
dilerler.
Hazret-i Mevlana’nın Eğitimci Yönü
O’nun İnsana Bakışı: Mevlana, insana fasık (günahkar) da
olsa, kafir de olsa, engin bir görüşle ve rahmet dolu bir nazarla bakmıştır.
Çünkü o, Mesnevi’sinde de ifade ettiği gibi Allah’ın fasık ve
putperest de olsa kendisini çağırana icabet edeceğini müdriktir.
Mevlana, Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet madeni olmuştur,
Kur’an-ı Kerim’de buyurulan: “Allan’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyiniz” mealindeki ilahi müjdenin hakikatine ermiş bir Allah
dostudur. Onun içindir ki, bütün insanlığa coşkunlukla;
“Ümitsizlik semtine gitme, ümitler vardır.
Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır.”
Diye haykırır.
Kamil insan olarak, böylesine, ilahi rahmet ve Rahmani ümitlerle dopdolu
olan Mevlana’nın hiç kimseye hor bakmayacağı gayet tabiidir ve
hassasiyetle şu tavsiyede bulunur. “Hiçbir kafiri hor görmeyin. Olur
ya, müslüman olarak ölebilir. Ömrünün sonundan ne haberin var ki
ondan tamamıyla yüz çeviriyorsun.”
O’nun Halka Bakışı
Mevlana’nın nazarında, kim olursa olsun, her şeyden
evvel insan vardı. Halk tabakasından olsun, yüksek tabakadan olsun,
onun için farketmezdi. Bilakis halka pek merhametliydi. Gariplere karşı
daima gönül alıcı davranırdı.
Mevlana bir gün Ilıca’ya gitti. Emir Alim Çelebi, daha önce
davranarak hamama vardı ve Mevlana’nın dostlaryla beraber kalabilmesi
için bütün insanları hamamdan dışarı çıkarttı, sonra havuzu kırmızı
beyaz elmalarla doldurttu. Mevlana içeri girdiği vakit, hamamın soyunma
yerinde insanların acele ile elbiselerini giydiklerini ve havuzun
elmalarla dopdolu olduğunu gördü. emir Alim Çelebi’ye hitaben dedi
ki: “Ey Emir Alim! Bu insanların canları elmadan daha mı az kıymetli
ki, onları dışarı edip havuzu elmalarla doldurdun. Onlardan biri,
elmaların otuz mislidir. Yalnız elmalar değil, bütün dünya ve içindeki
şeyler, insanlar için değil midir? Eğer beni seviyorsan, söyle de
hepsi hamama girsinler. Fukarası, zengini, sağlamı ve zayıfı dışarıda
kalmasın ki, ben de onların davetsiz misafiri olarak suya girebileyim,
onların sayesinde biraz dinlenebileyim.”
O, Çevresine Rahmettir
Etrafındakilerin ve kendisi ile oturup kalkmak
isteyenlerin, sultanlar, emirler, zenginler ve hep ileri gelen kimseler
olmasına rağmen Mevlana, daha çok fakirlerle, zaruret içinde olanlarla
düşüp kalkardı. Müridlerin çoğu da zaten hor ve hakir görülen
kimselerdi. Müridlerini kınayanlara, Mevlana’nın verdiği cevap
dikkat çekicidir.
“Benim müridlerim iyi insanlar olsalardı, ben onların müridi
olurdum. Kötü insan olduklarından, ahlaklarını değiştirip iyi
olmaları, iyiler ve iyi amel eden insanların arasına girmeleri için müridliğe
kabul ettim. Allah’ın rahmetine mazhar olanlar kurtulmuşlardır; fakat
lanetine uğramışlar tedaviye muhtaç hastalardır. İşte biz bu
lanetlikleri rahmetlik yapmak için dünyaya geldik.”
Hazret-i Mevlana İnce Ruhlu Nazik Bir
Babaydı
Mevlana, ince ruhlu, gayet hassas ve nazikbir baba, gönül almakta, gönül
okşamakta ve kadirşinaslıkta örnek bir aile reisidir. Gelini Fatma
Hatun’a ve oğlu Sultan Veled’e gönderdiği mektupları okuduğumuzda,
onun ince ruhunu, nezaketini ve kadirşinaslığını açıkça görmekteyiz.
Gelinine hitap ederken kullandığı: “Bizim de gönlümüzün, gözümüzün
ışığı aydınlığı, alemin de gönlünün ve gözünün ışığı
aydınlığı...”, “Canım canına karışmıştır, birleşmiştir.
Seni inciten her şey beni de incitir... Sizin gamınız, on kat fazlasıyla
bizimdir. Sizin düşünceniz, tasanız; bizim düşüncemiz, bizim tasamızdır...
Aziz oğlum Bahaeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü
ondan alırım...” ifadeleri onun hassas ruhunun, nezaketinin ve gönül
okşayıcılığının delilidir.
Hazret-i Mevlana Kıymet Bilen Bir Dost
Oğluna hitaben yazdığı mektubundaki şu cumleler de onun kadirşinas
şahsiyetinin aynasıdır: “Padişahımız Şeyh Selahaddin’in kızının
hatırına riayet etmeniz için şu birkaç satır yazıldı... Allah için
şu babanızın yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun, sopumuzun yüzlerini
ak etmek istersen onun hatırını aziz, ama pek aziz tut, onu can ve gönül
tutağıyla avlamak için her günü ilk gün, her geceyi gerdek gecesi
say...”
Hazret-i
Mevlana Gönül Alıcı; Örnek Bir Baba
Mevlana’nın, davranışlarıyla ve tavsiyesiyle, nasıl bir baba ve nasıl
bir ruh terbiyecisi olduğunu anlamak için de Sultan Veled’in şu hatırasını
okuyalım: “Bir gün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı
geldi. Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam:”Birinden mi incindin
de böyle sıkıldın?” dedi. Ben “Bilmiyorum, bu ne haldir?” dedim.
Babam kalkıp eve gitti ve bir müddet sonra, kurt postunu çevirip başına
ve yüzüne geçirmiş bir halde ve çocukları korkuttukları gibi “Bu!
Bu! Bu!” yaparak yanıma geldi. Babamın bu hoş hareketinden bana bir gülmedir
geldi; anlatılamayacak derecede güldüm. Yere kapanarak ayaklarını öptüm.
Babam “Bahaeddin! Eğer bir güzel sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa,
daima seninle şaka, şenlik etse ve birdenbire yüzünün şeklini değişitirip
gelse ve sana “Bu! Bu! Bu!” dese ondan hiç korkar mısın?”
buyurdu. Ben de hayır, korkmam dedim. Buyurdu ki: “Seni sevindiren,
seni sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı
duyduğun aynı sevgilidir. Hep odur, hep ondandır ve ondan feyizlenirsin.
O halde neden boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde aciz kalıyorsun?”
“İçinde sıkıntı görünce onun çaresine bak; çünkü dalların
hepsi kökten biter. İçinde genişlik, ferahlık görünce ona su ver.
Kalb ferahlığının verdiği meyvayı da, dostlara ve ahbaplara sun.”
İnsani Münasebetlerde Dikkat Ettiği
Hususlar
Mevlana, hasımları tarafından kendisine reva görülen
dil uzatmalara ve uygunsuz lakırdılara hiç acı cevap vermez, yumuşaklıkla
mukabelede bulunurdu.
Molla Cami, şöyle naklediyor: Mevlana’ya düşmanlık güden Konyalı
Siraceddin’e Mevlana’nın: ”Ben yetmişiki milletle beraberim”
dediğini söylediler. Siraceddin de düşmanlığından, Mevlana’yı
huzursuz etmek ve kışmetten düşürmek niyetiyle, yakınlarından olan
bir alime ona gönderdi. O alim, Siraceddin’in talimatına göre, büyük
bir kabalık içinde Mevlana’ya sen böyle mi söyledin, diye soracak,
şayet ikrar ederse kendinine edep dışı sözlerle incitecek, insanlar
arasında mahcup edecekti. O alim, Mevlana’nın huzuruna geldi ve sordu.
“Sen yetmişiki milletle beraberim diye söyledin mi?” Mevlana da
cevaben: “Evet demişim” deyince, o alim ağzına geleni söyledi, aşırı
derecede ileri geri konuştu. Mevlana tebessüm ederek dedi ki: “Senin
bu söylediklerine rağmen, seninle de beraberim.”
Hizmetkarlara Karşı Davranışı
Mevlana, cariyelere, hizmetkarlara karşı muamelesinde ve anlayışında
da güzel ahlaklıdır. O daima gönül verdiği Hazret-i Muhammed’in güzel
ahlakıyla ahlaklanmış bir şahsiyettir. Hazret-i Muhammed’in
“onlara giydiğinizden giydiriniz, yediğinizden yediriniz.” Hadisinin
şuurundadır. Mevlana’nın kızı Melike Hatun, bir gün cariyesine
sert davranmış, onu azarlamıştır. Kızının bu durumunu gören
Mevlana, ona: “Onu neden incitiyorsun? Acaba, o hanım; sen de cariye
olsaydı ne yapardın? İster misin ki, bütün dünyada Allah’dan başka
kimsenin kölesi yoktur, diye fetva vereyim. Hakikatte onların hepsi
bizim kardeşlerimizdir.”
Suçlulara Karşı Muamelesi
Mevlana, güzel ahlakıyla hep affedici olmuş, suçlulara karşı gösterdiği
hoş anlayış ve muamelesiyle, onları cemiyete, insanlığa kazandırmıştır.
Mevlana, bir gün odasında namaz kılıyordu. Birisi içeri girdi ve
fakirim, hiçbir şeyim yoktur, dedi. Sonra Mevlana’yı namazın
huzuruna dalmış, kendisinden habersiz olduğunu anlayınca ayağının
altındaki halıyı çekti ve alıp gitti. Hoca Mecdeddin bu durumu öğrenir
öğrenmez, o şahsı aramaya başladı ve onu bit pazarında halıyı
satarken yakaladı, sonra eziyet ede ede o fakiri Mevlana’nın huzuruna
getirdi. Mevlana, Hoca Mecdeddin’e söyle dedi. “İhtiyacından ötürü
bunu yapmıştır, ayıp değildir. Onu mazur görüp ondan halıyı satın
almak lazımdır.”
Çocuklara Karşı Şefkati
Mevlana, çocuklara karşı çok merhametli ve şefkatli
idi: Bir gün Mevlana, mahalleden geçiyordu. Çocuklar da yolda
oynuyorladır. Uzaktan Mevlana’yı görünce hepsi birden koşarak saygı
ile huzurunda durdular. Yalnız çocuklardın biri uzakta idi. Ben de
geliyorum diye bağırdı. Mevlana, çocuk işini bitirip gelinceye kadar
bekledi.
Hazret-i Mevlana Sevgi ve Barış’ın Sembolü
Mevlana, daima birleştiricidir, barıştırıcıdır,
sevginin ve barışın adeta sembolüdür. İki ulu kişi birbirlerine düşmanlıkta
bulunuyor, münasebetsiz sözler söylüyorlardı. Onlardan biri ötekine,
“Eğer yalan söylüyorsan, Allah senin canını alsın” diyor, diğeri
ona: “Eğer yalan söylüyorsan, Allah senin canını alsın” diyordu.
Mevlana, onların arasına girip: “Hayır, hayır. Allah ne senin, ne de
onun canını alsın. O, benim canımı alsın. Çünkü canı alınmaya
ancak biz layıkız.” Dedi. Her ikisi de barıştı.
O’nun Anlayışında Çalışma ve İnsan
“İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından
ileri gelmiştir, karsa çalışıp çabalamasından.”, “Kazanmak da
ekin ekmeye benzer, ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur.” “Hiç
buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü?” Sözleriyle Mevlana,
dostlarına çalışmayı emrederdi. Miskinliği reddeden Mevlana derdi
ki: “Tevekkül ediyorsan, çalışmak hususunda da tevekkül et, kazan
da sonra Allah’a dayan”, “Birisi bir define buluverir, ben de onu
istiyorum dükkanla alışverişle ne işim var der. Baht işi bu, fakat
nadirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek. Çalışıp
kazanmak, define bulmaya mani değil ya. Sen işten kalma da, nasibinde
varsa define de arkadan gelsin.”
O, Dostlarına, Helal Kazanç ve Helal
Lokmayı Tavsiye Ederdi
Mevlana, dostlarına, ne olursa olsun helal lokmayı
tavsiye ederdi. “Nur ve kemali arttıran lokma, helal kazançtan elde
edilen lokmadır. İlim ve hikmet helal lokmadan doğar, aşk ve rikkat (gönül
inceliği) helal lokmadan meydana gelir.”
Mevlana, dostlarına dilenmeyi yasaklamış ve “Biz, kendi dostlarımıza
dilencilik kapılarını kapattık. Dostlarımız, ticaret, kitabet veya
herhangi bir el emeği ve alın teri ile geçimlerini temin etsinler. Biz
Hazret-i Peygamber’in “Gücün yettikçe, istemekten sakın.” Emrini
yerine getirdik. Bizim müridlerimizden kim bu yolu tutmaz ise, onun bir
pul kadar değeri yoktur.” Buyurmuştur.
Hazret-i Mevlana’nın Kainatı Kucaklayan
Değeri, İnsan Sevgisi ve Hoşgörüsü
Mevlana’nın kainatı kucaklayan değeri, insan sevgisi
ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedi feyze
tam mazhar olarak rahmet madeni oluşunun tabii neticesidir. Taşıdığı
ilahi aşk, eriştiği Muhammedi feyz, onu mahviyet sahibi yapmış, benliğini,
kibrini almıştır. Mevlana’nın işlerinde kendini beğenmişliğin
zerre kadar görülmemesi bundandır. O, kibirden ve nefretten arınmış,
mahviyet ve muhabbetle bezenmiştir.
Mevlana, alçak gönüllükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllük,
varlıkta yokluk, yoklukta varlık, hiçlikte kemal, kemalde hiçlik gösterirdi.
Mevlana’nın hudutsuz insan sevgisinde ve hoşgörüsündeki temel
esaslardan bir diğeri de, müslümanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu,
“İnsan yaratılmışların en şereflisidir” düsturudur. Mevlana bu
şerefin şuuruyla insanları kucaklar, yaratılmışları, aşık olduğu
yaratandan ötürü, herhangi bir nefis mücadelesine girmeden, rahatlıkla
hoş görüverir.
Mevlana’nın, kim olursa olsun insanları hoş görüşü, insanlara hoş
davranışı, kendisini daima küçülterek insanlara hayırlı dualar
etmesi, kendi önünde kapananlara, kafir de olsa, mukabelede bulunması,
onun ilahi aşkla, ilahi cezbelerle ve Allah’ın cemal nurlarına gömülmüş
olarak yaşamasındandır |
| |
Tasarım
Elif
***Yenilikler***
Yazıya
Yeni Yazılar
Sızıya
Yeni Şiirler
Alıntıya
Nazan Bekiroğlu'ndan Alıntılar
Merceğe
Cahit Zarifoğlu Linki
Mevlanaya
yeni bölümler ve
Mesneviden
yeni hikayeler Eklendi
|