Padişah bir gün
divana girdiğinde memleketin ileri gelenlerinin tümünün
toplanmış olduğunu gördü. Bir mücevher çıkararak kuşağının
arasından vezirine uzattı, dedi ki:
- Bu nasıl bir mücevherdir,değeri nedir?
Vezir aldı, şöyle bir baktı:
- Yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevherdir, dedi.
Padişah:
- Kır bakalım bunu, diyince;
- Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiliğini isteyen bir
kişiyim ben!.. Değer biçilemez böyle bir mücevherin zayi olmasını
nasıl reva görebilirim? Dedi.
Padişah vezirin sözünü takdir etti, bir elbise verdi ödül olarak.
İnciyi aldı ondan. Sonra diğerleri ile birlikte başka bir meseleden
bahis açarak unutturdu olayı. Perdecinin eline tutuşturdu mücevheri,
dedi ki:
- Bir isteklisi olsa, ne değer acaba?..
Perdeci:
- Bu mücevher, dedi, ülkenin yarısı değerindedir. Allah memleketi
tehlikelerden korusun.
- Kır bunu, diyince padişah:
- Ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım,dedi perdeci. Bunu kırıp
ufalamak pek yazıktır, pek yazık!.. Değeri şöyle dursun, şu
parlaklığa bir bakın!.. Gündüzün nûru bile ona uymakta. Bunu kırmaya
nasıl elim varır?. Nasıl olur da padişahın hazinesine düşman
olurum?
Padişah ona da elbise armağan etti, gelirini arttırdı. Onun aklını
övmeye başladı. Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi,
onu da sınadı. O da öyle söyledi,
divanda bulunan diğer beylerde. Padişah ta her birine ağır elbiseler
verdi, ihsanlarda bulundu!.. O aşağılık kişileri yoldan çıkardı,
kuyuya attı. Elli, altmış beyin tamamı veziri taklit etmişlerdi.
Gerçi dünyanın değeri taklittir ama, her mukallit te sınanmada rüsvay
olur.
Bir köşede
bekleyen Eyaz kalmıştı yalnızca. Mücevheri ona uzatarak dedi ki:
- Ey Eyaz!.. Söyle bakalım; bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin
değeri nedir?..
- Söyleyebileceğimden de artıktır padişahım, diyince;
- Haydi öyle ise kır bakalım onu, dedi padişah.
Eyaz’ın yenlerinde taşlar vardı. Belki bu saf temiz kişi rüyada görmüş,
yada keşfen malum olmuştu da o taşları gizlemişti eteğine. Hani Yûsüf’de
kuyunun dibinde iken işin nereye varacağını bilmişti ya!.. Neyse...
Derhal o taşlarla mücevheri kırdı, un ufak etti.
Beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
- Bu ne korkusuzluk?.. Allah hakkı içün bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir,
dediler. O toplulukta bulunan herkes kötülüklerinden, padişahın
inci gibi buyruğunu kırmışlardı. Mücevherin değeriyle sevginin
sonucu, gönüllerinde gizli kalmıştı. Eyaz dedi ki:
- Ey ünlü ulular: Padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi?
Padişahın buyruğuna aldırış dahi etmiyorsunuz!.. Ben gözümü
padişahtan ayırmam. Müşrikler gibi taşa tutmam. Boyalı bir taşı
seçip te, padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiç
bir değer yoktur. Gül renkli oyuncağı arkana at, onlara renk vereni
aklına getir. Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi
renge, kokuya tapma.
Bu sözler üzerine
o yüce beyler, hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler.
Gönüllerinden yüzlerce ah çektiler.
Padişah ta ihtiyar cellada emir verdi:
- Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır!.. Bu aşağılık
adamlar, bu makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu
reddettiler. Buyruğum; bu çeşit fesatçılara bir boyalı taş
için hor ve hakir oldu.
Bunun üzerine merhametli Eyaz sıçradı, o ulu padişahın tahtına koştu,
secde edip dedi ki;
- Padişahım; senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü
bile hayran olmuştur. Cömertler cömertliğini, hümalar kutluluğunu
senden alırlar. Ey lütuf ve kerem sahibi!.. Bu suçluların gaflet ve
küstahlıkları; senin affının çokluğundan meydana gelir. Ey
affetmeyi sandığına almış, kendine mal edinmiş zat; affet. Sen lütufta
en ileri gidensin!.. Ben kim oluyorum da af et, diyeyim. Ey padişahım,
ey “kün” emrinin hülasası!.. Suçlu benim. Affet, affet,
affet!...
Mesnevi - V-328
|