Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda       Ömer Çelik_Gerçek Ülkeler Biziz
 

 

 

“Gerçek ülkeler biziz, güçlü erkekler tarafından haritalara çizilen sınırlar değil!”

 Aşkın yürekte bıraktığı izler ile şarapnel parçalarının bedende bıraktığı izler arasındaki benzerliği ifadelendiren bir caz parçasıyla uğraştığım bütün bir günün sonunda, tesadüflerin kaderi, kaderin tesadüfleri çağırdığı bir gecenin başlangıcında ‘İngiliz Hasta’ filmine gittim.

Roma’da, Toscana’da, Venedik’te, Tunus’ta ve Akdeniz’in bir çok yerinde yapılan muhteşem gezintinin kıvrımlarını ezberlemek için çabalarken, ama ille de çölün gizemli çağrılarının derinliklerinde gezerken Katherine’nin cümlesiyle geçmişsiz ve geleceksiz kaldım: ‘Gerçek ülkeler biziz, güçlü erkekler tarafından haritalara çizilen sınırlar değil.’

Geçmiş silindi, gelecek zaten yoktu, çöl kaybettiğimi sordu, ben çöle aradığını sordum; çöl hırçınlaştı ben sakinleştim; çöl duruldu, ben savruldum; geçmiş silindi, gelecek zaten yoktu, çöl bana sordu, ben çöle...

Biz erkekler gerçek bir aşk bizden ilgi beklediğinde neden hep kavgayla, savaşla, dünyayı ya da kendimizi kurtarmakla meşgulüzdür?

Tutkulu bir kadına ilgi göstermek istediğimizde de neden savaş, kavga ya da dünya bizimle meşguldür?

Şarapnel aşklar neden göklere bayrak çekmek gibi olağan görünür ama can bedellidir?

Can bedeli olmayan aşk niye aşk olmaktan çıkar da görünmeyecek kadar sıradan bir sevgiye dönüşür?

Aşk sahiplenmek midir?

Sahiplenmek midir aşkın gerçek ölçütü?

Yoksa aşk serbest bırakmak mıdır?

Sahiplenmemek ya da sahiplenilmek üzere, serbest bırakmak kaydıyla başlayan bir aşk, yakıcı bir sahiplenme isteği ve tutkulu bir sahiplenilme arzusu yarattığında mı artık tüm soruları ve kaygıları aşarak gerçeğin kendisi olur?

İyilikle çoğalmayan ve kötülükle azalmayan bir aşk, ancak başını çöle yaslayıp gözlerini şarapnel parçalarına açtığında mı varolabilir?

Aşkta sınır olmadığını söylemek, aslında aşk için, bir tek aşk için sonsuz bir arayışa soyunmak değil midir?

Başlayan ve başlatan mıdır aşk, biten ve bitiren mi?

Sonsuz bir arayışa soyunmak, sonunun ölüm gibi çaresiz olduğunu bilerek bir aşka koşmak değil midir?

Aşk, sevgilinin isteğine rağmen çölde var olmak, sevgilinin isteksizlik çölüne arzuyla cevap vermek değil midir?

Yeşilin duyun bol olduğu ülkelerden yola çıkarak, rahatlarını bırakarak, ülkelerinin emperyal amaçlarını önemsemeden Afrika’nın çöllerinde ve uçsuz bucaksız bozkırlarında haritalar çıkarırken, kendi iç haritalarını bulan insanlar mı gerçektir?

Yoksa, gerçek insanlar, haritalarını çıkardıkları kendi ülkelerinin hem de haritasını çıkardıkları yerlerin gerçek olmadığını, ancak insanın gerçek veya yalan olabileceğini anlayan, gerçek insanın sınırlarını aşkla çizdiğini, aşkla çentik  atılmamış kadın ve erkek sınırlarının yalan olacağını anlayabilen insanlar mıdır?

Aşk, ihanetle mi bilinir, sadakatle mi?

Aşk, aşk dışındaki şeylere aşk adına sadakati çoğaltan bir şey midir, yoksa aşk, aşk dışındaki her şeye ihaneti göze aldıran mıdır?

Bağlı olduğunuz ülke, ilkeler ve devlet aşkınıza ihtimam göstermiyorsa; ülkenize, ilkenize ve devletinize karşı hain olmaya hazır mısınız?

Aşkın saflığı bozulmasın diye toplumun ilkelerine sadakat gösterip aşkı mı terk edersiniz, yoksa aşkın gururu incinmesin diye bütün bunlara sırt mı dönersiniz?

Aşk, aşk dışındaki her şeye hain olmakla mı başlıyor acaba, yoksa vatan hainliği ya da savaş sırlarına ihanet aşkın geçeceği sıradan patikalardan biri midir?

Aşk uğruna binlerce insanla savaşmaya ve yüzlercesini öldürmeye hazır mısınız?

Belki aşkınız için acımasız düşmanı karşınıza alabileceğinizi söyleyebileceksiniz, peki aşkınız için bildiğiniz ve tanıdığınız bir halka karşı ayaklanmayı, içinde doğduğunuz ülkede iç savaş çıkarmayı göze alabiliyor musunuz?

Gerçek kadınlar, gerçeğin alabora olduğu her türlü istikrarın yok olduğu yerlerde mi yaşarlar, yoksa gerçek bir kadınla vahşi bir belde arasında karşı konulmaz bir çekim mi vardır?

Gerçek bir kadın, yeşilin ortasında, sularla çevrilmiş, köprülerle süslenmiş gösterişli bir şato gibi hemen farkedilebilen ama içinde  ne olduğu bilinmeyen bir kadın mıdır?

Yoksa, gerçek bir kadın, çöl gibi sade ve hırçın bir görüntünün kıvrımlarına gizlenmiş binlerce yıllık mağaralar bir gizemle mi süslenmiştir?

Gerçek kadınlar yoktur da onları Tolstoy’un Anna Karenina’yı yarattığı gibi biz erkekler mi yaratırız, yoksa, gerçek kadın, kadınların anlayamayacağı, erkeklerin özlediği bir düş müdür?

Yoksa Heredot Tarihi’nin ihtişamlı görüntülerini yaratan kadınlar mı gerçektir sadece?

Ya da ancak tarihin harman olduğu yerler mi bir kadını gerçek kılmanın yatağıdır?

Sanıldığı gibi devlete, halka ya da yüceltilen pek çok şeye sadakat zordur da ihanet mi kolaydır?

Yoksa sadakat sıradan bir iştir de, ihanet mi herkesin harcı değildir?

Sadakatin, efendilerin ve mutsuzluğun hükümranlığıyla ilgisi nedir, ihanetin kölelerin ve mutluluğun isyanı olduğunu söyleyen kim?

Hain olmadan kahraman olunur mu?

Kahramanlar, yoksa çöpe atılmış tarihin hainleri değil mi?

Sadakat, derin bir karanlık olamasın sakın?
İhanet, hayatını yeniden ve her şeye rağmen kurmaya cüret etmek olmasın sakın?

Mutluluk, yeşilin ve suyun kollarına yaslanmış bir dinlence midir?

Çölün kızgınlığı ile mağaraların soğuğu arasında tercihle karşı karşıya olmadan mutluluk için bir bedelden ve bir keşiften bahsedilebilinir mi?

Bir kadının, bütün hayatı boyunca sadece iki saniye varolan gülümsemesine muhatap olmak mı değerlidir, tarihin sırlarını bilmek ya da canhıraş bir savaşın muzaffer komutanı ya da kahramanı olmak mı önemli?

Tutkulu bir aşkla, fünyesi çekilmiş bomba arasındaki yoğun benzerlik nedendir?

Tutku niye anlık bir çekimdir ama yoğun bir ayrılıktır?

Ayrılık niye derin kopuşlarla hüküm sürer ama tutkulu bir buluşmaya gebedir hep?

Aşkın sınırı var mıdır?

Aşk, karşındakini diğerlerinden iyi, üstün ve nitelikli olduğu için sevmek midir?

Yoksa birini ne olursa olsun sevmek ve sonrasına, ötesine ya da ne olduğuna bakmamak mıdır aşk?

Gerçek kadınlar filmlerde mi olur?

Yoksa her kadın hayatında ancak bir film kadar kısa bir zaman içinde mi gerçek olur?

Keyifli bir film niye kederli sorular sorar?

Kederli sahneler niye geçmiş keyifleri hatırlatır?

Aşkın güzelliği ile neden ancak ölüm yarışabilir?

Ölüm niye ancak aşk kadar güzeldir?

Ayrılık ile güzel bir kadının ölümü niye benzer birbirine?

Güzel kadınlardan niye ölüm ayırır bizi?

Ayrılık, güzel kadınlarla aramıza niye ölüm gibi girer?

Öldüren kimdir, öldürülen kim, ölen kim?

Aşk niye şiddeti çağırır?

Aşk neyi şiddetle çağırır?

Korkulanın, kaçılanın, gizlenilenin ya da uzak durulanın içinde aşktan mı korkarız, kaçarız, gizlenir ya da uzak dururuz aslında?

Güzel bir kadının anısına yazılan yazılar niye gecenin ölümü resmettiği anlara rastlar?

Güzel bir kadının hafızamda kalan gözleri bana neden Wagner’in tınılarıyla Van Gogh’un sarılarıyla ölümü resmeder?

Güzel bir kadın ve ölüm, gençliğimin neresinde buluşur?

Ölümü iyi anlatan neden aşkı zaten anlatmış olur?

Aşkı iyi anlatan niye kendi ölümü katmaktan kaçamaz bunun içine?

Ayrılığı anlatmak niye güzel bir kadının ölümünü anlatmak gibi yakıcıdır?

Ben bu soruları çöle niye sorarım?

Çölün sessizliği ile geceler boyunca niye gelir bu sorular bana, çölün hırçınlığına benzeyen şarapnel parçaları gibi?

Yıllardır yüzünü görmediğim bir kadının yüzü niye ansızın bir film içinde iki saniye görünür ve mütehayyil olan mevsim niye çölün gündüz sıcakları ile gece ayazları arasında bölünür?

Bir erkek  neden çöl gibi eşsiz bir kadını incitmeden büyüyemez bir türlü, o kadını incitmenin kendi ruhunu çöle çevirmek olduğunu anladığında, eşsiz bir kadını onarmak için hayatını ortaya koymaya hazır olduğunda, çöl gibi eşsiz olan kadın neden ölmüştür?

Veya ölüm kadar uzaktadır?

Ömer Çelik

 26 Mart 1997 – Yeni Şafak

 

                                                                                                                                                                                             
 

Geri ] Yukarı ] İleri ]

      

        Tasarım Elif

 

 ***Yenilikler***

Yazıya Yeni Yazılar

Sızıya Yeni Şiirler

Alıntıya Nazan Bekiroğlu'ndan Alıntılar

Merceğe  Cahit  Zarifoğlu Linki

Mevlanaya yeni bölümler ve

Mesneviden yeni hikayeler Eklendi

 

 

 

 

 

 

 

 

Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda Geri ] Yukarı ] İleri ]