Yalnız
aşkı vardır aşkı olanın
ir
Cemal Süreyya dizesiyle kıvranıyor zihnim: "Yalnız aşkı
vardır aşkı olanın". Yıkıla yıkıla ağlayan adamlar gördüm
ben ve o adamlara uzaktan bakmaya çalışan kadınlar. Yıkıla yıkıla
ağlayan bir adamın yanına yaklaşmak tehlikelidir çünkü. Yaralı
bir aslanı kimse tutamaz. Bütün aşklar yaralıdır biraz ve bütün
yaralarda aşka ilişkin bir yan vardır. Avuçlarımızda biriken
kanı yüzümüze sürerken, "Bu ne biçim aşk?" diye
soracak birileri ve soğuk ve derin ve deli gözlerle bakacağız
onlara. "Neyin anlamı var ki zaten" demek istiyor canım
ve belki bunda ilginç manalar buluyor ruhum. Kim bilir? Bir ayrılık
şarkısı olmak isterdim ben, yağmurlu havalarda söylenen bir ayrılık
şarkısı. "Bu sabah yağmur var İstanbul'da / Gözlerim dolu
dolu oluyor" gibi bir şey olmak isterdim. Böyle bir şey
olmama izin vermeyenlerden nefret ediyorum şimdi. Kim ki beni hayatının
önemli bir yerine koyarsa, fena halde yanılmış olur. Hiç bir
yerde durmayı sevmediğimi söylemiş olayım önce. Kalpler karşısında
küçüğüm ben. Ve yalancı ve barbar ve kaba ve sertim. Kırdığım
hayatlar yüzünden çoktan hakkettim idamı. Bir sokak arasında kıstırıp
vursunlar beni. Çapraz ateşe tutulsun ihanetim ve fütursuzca
girdiğim bahçelerden çaldığım elmalarla yakalayın beni.
Cebimden alçaklığım çıksın kimlik yerine. Kanlar içindeki
suratıma bir tekme savurmayı ihmal etmeyin sakın. "Bu ne biçim
aşk?" diye sorsun Barbaros Camii delikanlısı ve o kara çocuk
sıksın ilk kurşunu. Gerisi gelir nasılsa...
Bak, ben burada kıvranıyorum. Ben burada, adını
bile bilmediğim ve ilk kez işittiğim gezegenler arasında sıkışmış
bir yeryüzü sakini olarak, uçması bile yasaklanmış bir kuş
olarak, kahrolmaktayım. Ruhum dünyanın en kirli ruhudur belki.
Saklamıyorum uzayan sakallarımı ve darmadağın saçlarımla çıkıyorum
hayatın karşısına. Ey bana, aynalara karşı acımasız olmayı
ve tıraş olurken yüzümü kesmeyi öğreten isim, gel ve kandan
korkmadığımı gör. Kanamak hoşuma gidiyor benim. Bu nedir? Her
soruya parmak kaldıranları vurun be! Vurun kendini tarif etmekte
zorlananları. Bütün cevaplar karşısında küçüğüm ben ve küçücük
bir soruya dahi yer yok kalbimde. Adımı soran orda kalır, bir adım
geçemez öteye. Yok benim adım, gidin işinize. Şüphedeyim. Kahırdayım.
Susuzluktayım. Nerden gelip bu çöl kokusu, yerleşti düşlerime?
Yeryüzü niye bu kadar geniş ve niye bu kadar dar bize açılan
odalar? Allahım beni affet!
"Yalnız aşkı vardır aşkı olanın" diye
bağırıyorum. Bağırmayı hakkettim. Ödedim bedelini ayaklarımın
ve onların üzerinde sağlam durma hakkını kazandım. Fakat
cebimdeki elmalar karşılıksız ve onları koparttığım dallar ağlıyor
geride. Ben birilerini ağlattım anne. Ben ıslak yastıklara gömdüm
güzel yüzleri. Beni affetmesinler isterim. Parmaklarımdaki
zinciri sallayarak önünden geçtiğim pencereler affetmesin beni.
Yaslandığım apartman kapıları ve çaldığım ıslıklar beni
affetmesin. Kırdığım hayatlar rüyama girsin hep ve yapışsın
boğazıma.
İdris Özyol - 18
Temmuz 1999 – Yeni Şafak
|