Bıkkın
palyaçoyu anlatmış mıydım size? Bir gün bütün boyalarını
kullanıp yüzüne hüznü çizmişti. Nasıl alkışladım
bilemezsiniz öyle görünce. Fotoğraf çektirip yüzünü yıkamasını
söyledim. Fotoğraf çektirdi ve yüzünü yıkadı. Resim çıktı,
hüzün çıkmadı.
.............
İnsanın
hayallerini tüketecek kadar vakti olmamalı.
............
Anlatamamaksa
zamanı yitiren yegane şeydir. Kaçılamayacak bir hata...
............
Yakada
taşınan bir süs eşyası olabilseydi insan ve estetik değerlerde
yakanın yeni sahipleri tarafından onaylansaydı; o zaman tek
tek insanlarda masum güzelleştiriciler olarak sürdürebilirlerdi
varlıklarını.
Öyle
Sapsız Bir Hayat-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Varlığınız,
hiçbir zaman kapaklı bir ceket cebinin sıradan yaşantısını
fark edebilecek kadar tenhalaşmıyor.
..............
Ama
sevgiler bayım... Onlar... Kimin kapısını çalacaklarını
bilmezler çoğu zaman. Bu yüzden durmadan acı çeker seve,
nler.
Herkes yada her şey bir yanıyla uygun değildir aslında
sevilmeye. Yine de vazgeçebilir miyiz sevmekten bayım?
.................
Bütün
kaybedişler güzellikleri biraz daha belirginleştirebilmek için
değil mi?
Gri
Serenat- Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Bazen
gerçekten verilecek hiçbir cevap yoktur. Askılara asmak
gerekir soruları, ya da dönüp kendine bakmak yeniden, yalçın
kayalıklar gibi eritmek kendinde soruları...
Rucû-
Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
istese
gidebilirdi adam.
“okyanus”
lar gidilecek zorunlu yerler değildi.
ama
kalmaktan yanaydı içinin önemli ya da önemsiz
bir
parçası
ve
adam o küçük önemli ya da önemsiz
parçaydı
işte.
ters
çevirmenin kolaylığıydı
bir
kum saatini değerli kılan.
Sinderella
Saati- Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Otomobillerin
içleri camdan bölmelerle ayrılmış; ses, şık, kurşun ve
sevgi geçirmez dünyalara bölünmüştü. İnsanlar günün
önemli bir bölümünü otomobillerinin içinde ve
birbirlerinin dışında geçiriyorlardı. Bu her yeri
kaplayan bir zorunluluktu. Uymayanlar savaş otomobillerinin
altında ezilmeye mahkûm ediliyorlardı. Günün her saatinde
meydanlara bombalar düşüyordu. Bombalar insanları öldürmüyor,
aksine zehirleyerek yaşatıyordu. Yaşamak her gün biraz
daha zehirlenmekle eş anlamlıydı.
Oldu
Bitti- Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Tanımla
ve sev bizi Tanrım, sana hep birlikte ve içimizde hiçbir kötülük
olmadan ve dış mihraklardan etkilenmeden n’olursun
diyoruz, bizi sev. Annemi de Tanrım annemi de...
............
-Peder
bey, leylekler bu çocukları getirmesine getiriyor ama
cinsel eğitimleri var mı bakalım bu hayvanların.
–Hiç sanmıyorum. –Öyleyse ben büyüyünce jetonlu
makinalardan çocuk edineceğim. –Al işte bu ukala çocuk
da batıracak bizi. Ah benim aklı kıt oğlum, o zaman bunca
leyleği nerede istihdam edeceğiz? –Haklısın peder bey,
özür dilerim. Galiba benim ekonomik bir programa ihtiyacım
var.
...............
Hey
bayan, ağaçkakanınız tahribat yapıyor içimde. Saf ve
masum kalbimi tatil günlerinde bile rahat bırakmayıp
oyuncak ettiniz kendinize, hislerim yalama oldu.
Hiçbişey-
Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Bambaşkayım
ben ve başka
benim başkalığım başkalarının başkalığından.
..............
Bir
iş günü adamın bütün kalbiyle karısının kulağına eğileceğini
ve tatlı bir fısıltıyla : - Gudbaymaylavgudbay... diyeceğini.
Karısının bütün duymuşluğu ve umulmazlığı içinde başka
bir gezegenin istek şarkısını icra edeceğini: - Akşama
gecikme herif!.. Sonraki karede adamın bir enkaz kılığına
gireceğini; molozların ve eski yaz gecelerinin görüneceğini
ve oturma odasının beş çarpı müebbet halısı bile
umrunda olmayarak ve toza garkederek herşeyi; fotoromanından
çıkıp gideceğini bilmez onlar. Bilmezler en çok bir daha
geriş dönmeyeceğini. Bildikleri tek şey iki film birden
olduğudur. Yalnız bunu bilirler. Yani bilmezler hiçbir şeyi.
Bilseler evlenirler mi? Evet, evlenirler tabii. Çünkü
kocaların gözünde bütün kadınlar, bulaşıklardan daha
sevimlidir. Ve karıların gözünde bütün kocalar, değer
birşeyleri bulaştırmaya.
..............
Bir
dar gelirli olarak enflasyonumu bol gelirlilere ithaf
ediyorum. –Beyefendi ithaf vergisi tutarınızı en geç
onbeş gün içinde en yakın şubemize yatırınız. –size
en yakın olduğum an, cebinize girdiğim andı gizlice. Beni
silginiz zannedip defterinize sürdünüz Leylâ. –Hayır
Talât yanılıyorsun. Annem: “Seni gerçekten seviyorsa, bırak
biraz burnu sürtülsün!” dedi diye defterime sürttüm
seni.
..........
Çocukluk
adamlık gibi mundar bişey değildi. Çocukluk adamlık gibi
fasikül fasikül alınmıyordu dar bir pencereden. Biz kısa
pantolondan lastikli dona geçmeden, Bütün filmler renkliye
geçti.Elimize geçeni bilezik sandık. Kıtlık günleriydi o
günler ve tanrılar Walt Disney’i yarattılar. O da Micky
Mouse’u. Walt Disney bir bezirgan, Micky Mouse komikti.
Evlerin reisleri işlerine gittiklerinde yuvanın dişi kuşları
gizliden mahallenin mandalcısına
verdiler biriken eski çocuklukları. Oysa bize kalacak sanıyorduk
gözlerimiz.
..........
-Alo
İnsan mı?
-Evet
buyrun.
-İçinizde
bir yer ayırtmak istiyordum da...
-Kapalıyız
efendim. İçimiz kalabalık.
Doküman-
Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Kolay
mı hayatı bir noktada düğümlemek?
Duvar
gözlerini daha ne kadar saklaybilir?
Bir
sonu var bunun;
herşeyin bir sonu
var.
duvara
asılan resim gün gelir indirilir.
Yerinde
tozdan bir çerçeve kalsa ne olur, kalmasa ne olur?
İstersen
çıkmam dışarıya bugün; bana öyle geliyor ki,
Bu
odanın dışına çıksam ve kapasam ardımdan kapıyı,
uçurumun
kıyısında tutunduğum küçük çalı
artık
seni taşımayacak.
Ben
gitmek zorundayım biliyorsun, sen kalmak.
Böyle
mi olmalıydı?
Senin
hazırlığın daha bir benziyordu güz vakti uçurtmalara.
Söyle
bakışlarını da vererek ellerime:
Gitmeyebilsek,
kalabilecek miyiz?
...........
Ne
bu tellerimi kamçılayan kırağı,
sesimin
yetimliği neden?
..........
Eskiciye
verilecek şeyler gibi tortulanıyor zaman,
yığılıp
duruyor, kimseye anlatamıyor eskidiğini.
.........
Hiç
gülmedi artık ondan sonra,
duvarlara
baktı durdu.
Söyledikleri
ağzına yapışıyor kalıyordu ve gücü yoktu,
gücü
yoktu onları uçurmaya.
Ağlıyordu.
Ya
sigara dediler, ya kahve, ikisinden biri. Sigara dedi.
Çocuk
okula gidiyor, ağlıyor arkasından;
söylediğini
anlamıyoruz, kızıyor.
Kaçıyorlar
diyor sanki, kaçıyorlar.
Ne
kaçıyor diyoruz;
gözyaşlarıyla
bir kırlangıç çiziyor göğsümüze.
Eski
ahşap konaklar gibi direnmeden yıkılıyoruz bir bir.
.........
Kalakalmak
nedir biliyorum.
Suyun
üstüne bir saman çöpünde
yaşayacaksın
bundan
böyle.
Elinde
kalan, suyun enginliği kadar,
senin
bitmeyen sabrın.
Savaşacaksın.
Bu
bakışlar toplamıyla, duvarla
ve
odayla, konumunu yitirmiş bu solgun eşyalarla,
harcına
elinin emeği, alnının teri düşmüş bu evle
ve
insanlarla
onu
günde yüzlerce defa yüzüne fırlatanlarla...
Sakın
sezdirme kimseye gideceğin yeri bilmediğini.
Bak
hepimiz buradayız
ve
seviyoruz seni, ne olursa olsun.
..........
Eriğin
dallarına çiçekler indiğinde
beni
de anlaşılmaz bir tedirginlik sarar.
Dolu
düşecek diye korkarım,
yakacak
bir beddua gibi.
Korkarım
ya.
Ama
senin korkularını gitmeye yoramam.
Eller
bir yerlere dayanamadığı için sallanır
boşlukta.
Bir
emanetçisi olmadan
öylece
rüzgara
karşı bırakılıverilen
uğurlayıcılar...
İşte
asıl korkun senin
böyle
birşeydi.
...........
Davetsiz
bir bahar yağmuru dağıttı fakat
İçimdeki
düğün derneği
Bu
benim yaşanmamış yazlarımın ilki olacak.
Bir
kasırga üfürecek bir muzrip.
Şöyle
ki:
İnsanı
leylekler getiriyor da
niçin
götürmesin kırlangıçlar?
............
Elleri
ağlamanın elleriydi,
gözleri
saklamanın:
Yaşı
küçük ihtiyarlar geçti, gördünüz.
Saçağın
titreyen yürekleriydi:
Şakağıma
beyazlayan kırlangıçlar göçtü,
gördünüz.
Irsi
Kırlangıç-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Günler
birbirine eklenmekte tükenen şeyler değil. Hergün yağmur
yağıyor burada ve hergün farklı yağıyor. Ucundan tuttuğum
hiçbir şey yok. Sokakları saymazsak gidilecek fazla bir
yerim de yok. Bu yokluklar ne kadar sürecek ve ne zaman yok
olacaklar, bilmiyorum. Bildiğim tek bir gerçek var bu
kahrolası uzaklıkta: Burada yağmur yağıyor beni anlıyor
musun? Gerçekten? Sen dünyanın seni ilk gördüğüm
yerinde öylece duruyorken; ben, ben nasıl bu kadar uzağa düşebildim.
............
Sen
orada asırlarca durabilirdin öyle. Gözlerimin bakabildiği
tek yönde. Kıpırdamadan. Dünya; kımıl kımıl, bulanık
bir önemsizlikti o günlerde.
............
İnan
bana lise yıllarında otobüs beklerken, ben hep seni
bekliyordum.
...........
artık
seni bırakıp kaçabilirim. Nereye mi? Bilmem. Sen nerede
yoksun? Gittiğim her yerde varsın. Nasıl yetişiyorsun
bilmiyorum bu kadar yere. Bu bilmediğim şeylerden sadece
biri. Senin hakkında bilmediğim şeyleri sayarak bile ne
kadar bilgili olduğumu gösterebiliyorum insanlara. İnsanlar
mı kim? Bizimkiler canım. Rahatsız olma. Bak istersen
ayaklarını bile uzatabilirsin. Ben bunca yıl kalbimi uzattım
burnunun ucuna kadar da sen rahatsız oldun mu? Şimdi ben de
senin ayaklarına katlanabilirim. Kalbimin geometrik biçimini
kaybetmesi de önemli değil. Şimdi ağaçlara daha kolay çizebiliyorum
onu. Dizaynı daha kolay oluyor. Anlıyor musun?
.............
Balta
sapı odundan olur. Niye babalar çocuklarını odun görmek
istiyorlar acaba? Ama haklılar... Odun para ediyor. Çocuğun
kim faydasını gördü?
Muhteris
Tramvay-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
-
Seni
seviyorum.
-
Beni
mi?
-
Evet
seni.
Gerçekten mi? Hay Allah! Hiç beklemiyordum.
Muhtardan gönül ikametgâhı, valilikten sevgi oluru aldın
mı? Lütfen al. Her şey kayıtlı olsun. Günün birinde
sevildiğimi kanıtlamam gerekebilir.
...............
Hayatında bir ben, bir de sincap yavruları
oldu değil mi? N’olur, sincap yavrularının yanında
benimde olduğumu söyle. Söylesene. Konuşmazsınız. Siz
erkekler, hep bırakıp bir yerlere gidebileceğinizi sanırsınız.
Ama üstünüzü kirletirsiniz. Daha hiçbir yere gidemeden
hem de. Tarihsel zorunluluğunuz bize getirir sizi. Çamaşır
makinalarına hiçbir zaman iyi gözle bakmamışımdır bu yüzden.
Yuva yıkıcı ve rekabet edilmesi imkansız otomatik kumalar
gibi görmüşümdür onları.
...............
Kaybetmenin sonu yokmuş. Öyle derler. Sonu
olsa, oradan bulunurdu belki her şey. Arayan bulur derler bir
de. Gülünç. Bulmak isteyen aramak isteyen midir her zaman?
Ya sen, aramak ister miydin? Arasan; görecektin. Hep oradaydım.
Duruyordum. Bekliyordum. Bilmem. İnsan bazen neyi beklediğini
bilmeden bekler ya... Beklemez mi? Hay Allah! Belki de yalnız
kadınlarda oluyordur bu. Aybaşı gibi.
...........
Bir ömürdüm. Bittin. Sonuna yetişebildim
ben. Kaçırdım bir kısmını. Videoya da
kaydedemedim. Bana video almamıştın ki... Hayırlı
bir evlat olamadım. Düşünceli bir sevgili... Neyse... Seni
seyretmek yeterdi bana. Bunu bile çok gördün hep flu kaldın.
Hep karlama yaptın. Anten neyi düzeltebilir di? Anten de
neydi? Kim oluyordu? Algı diye bir şey vardı. Algı işte.
Bildiğimiz algı. Her şeyi kavrıyoruz ya. Algısal bir düzlemde
buluşamadık seninle.
............
Dur orada dünyaya binip sana geleceğim.
Kırmızı
Bavul Yumuşak G-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Bir kuyruklu yıldız gibi kapılıyorum
karanlığa. Düşüyorum dışımdan, içimdeki boşluğa.
Bir ben oluyorum. Bir sen... Bir ben ölüyorum. Bir her şey...
............
Gecenin kor alacasında ve mavinin yeşil sanılan
tonuyla gözlerim, savruk bir çobanın düzenli yalnızlığını
seçti. Yaşadım. Yaşadım ya da kendimden geçtim. Büyüdüm.
Büyüdüm de kaç kelime ettim? Yalnız, bir çağlayanın
ana rahminden, kendime, hep kendime sürüklendim.
.............
İki şıklı bir soruyum: Ya suskun bir ağırlık,
ya tarifsiz maskara...
..............
Fotokopin geçersiz tek nüshalı kal birtanem!
...............
Kötü bir espriyim, işte huzurlarınızda:
Ölümün küçük gözleriyle yaşadım aranızda.
ölümün küçük gözleriyle... yaşadım...
aranızda
ölümün küçük gözleriyle...
ölümün...
Bir Varmış
Hiç Yokmuş-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
Kuşların ulaşılmaz bir güzelliği vardı
ve yeryüzünü bohçalayıp sırtlarına alırlardı ve
kaybolmanın biraz ulaşılmaz biraz da dayanılmaz noktasında
kristal bir flash patlıyordu ve herkesler şapkalarını
havaya atıyordu ve gökyüzü geri tükürüyordu şapkalarını
ve kuşlar durmadan uçmak denilen bir kayboluşa kapılıyorlardı.
.............
Her şey olmayacağım bir güne kalıyor. Her
şey tutamayacağım bir yüksekliğe kaldırılıyor.
Tehlikeliyim. Hayatı küçük çocukların bulamayacağı
serin bir yerde saklıyorlar. Arama. Bulamayız. Çünkü yok.
Olmayan bir şey o. Aradıkça bulamamanın iğrenç çukuruna
çekiliyoruz.
...............
Ölüyor ve bana ait bir ölüm için
direniyorum. Eksik bir parça gibi seni beklerken bu son nefes
serinliğinde, bu zararız ve küçük molada durmadan depreşiyorum.
Volkanik çatlaklardan düşüp bir bir yanıyor ve ardıma
bakmadan kavruluyorum. Kimse kalmamış gibi. Yokluğun tek
firesi gibi. Ya da varlığın tek firesi gibi. Aynı şey.
Aynı şey. Aynı şey.
Başkabişey-Hiçbişey-Gökhan
Özcan
***
Ne ben seni bir kara tahtanın önünde düşündüm
ne sen hızlı şarkıların ritminden sordun beni. Az kullanılmış
ve maviydi sözlerimiz.
................
Ve sana sende hiç olmadığım bir zaman
apansız: Nazarlıksız yaşamış mor yürekli bir zarfla
yokluğumu yollayacağım.
Yokluk
Provası-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
-Sevgili dinleyiciler!.. Kayıp haberlerini
veriyoruz... Bulunmuş ceset... Karanlık bir güz sabahında...
insanlardan güzel şeyler kadar uzak bir mevkide... kollarıyla
toprağa sarılmış vaziyette... kendi ölümüne çağrılmış...
bir insan cesedi bulunmuştur... Bu özelliklere sahip kaybı
olanların... en yakın karakola
müracaatları...
.................
Gerçekten güzel olur muydu acaba unutmak?
Nasıl ölürdük o zaman?
.................
Korkularımla öyle çok yer kaplıyorum ki
yeryüzünün karanlık boşluklarında; kötülüklere kaçacak
delik kalmıyor.
...................
Sanki her şey çıkartma kağıdındanmış
gibi... Öyle kolay ve öyle sıradan... Bütün önemsizler
gibi zehirli ve içinde bir tırmalayış taşıyan...
..........
Ne olurdu? Bir eline varlığını, diğerine
yokluğunu alarak dolaşmasan beynimin içinde, karıştırmasan
kafamı, düşüncemi, gözlerimi... Ne olurdu?
Belki yürünebilir bir yol olarak kalırdı hayat.
Belki hiç olmasan tutulacak bir kulpu olurdu dünyanın.
.............
-Sevgili dinleyiciler!..Tekrar ediyorum... Kayıp
haberlerini veriyoruz... Bulunmuş ceset... Karanlık bir güz
sabahında... insanlardan güzel şeyler kadar uzak bir
mevkide... kollarıyla toprağa sarılmış vaziyette... kendi
ölümüne çağrılmış... bir insan cesedi bulunmuştur...
Bu özelliklere sahip kaybı olanların... en yakın karakola
müracaatları...faydasızdır. Çünkü cest... hayatın
bütün çabalarına rağmen... ölü olarak bulunmuştur...
Bulunmuş
Ceset-Hiçbişey-Gökhan Özcan
***
“Ve kadınlarda
ne hüzünlü bir
güzellik vardı; gebe olup ayakta durdukları vakit; ince
uzun ellerinin, kendiliğinden üzerine düştüğü şişkin
karınlarında iki meyve taşıyorlardı: biri çocuk, biri ölüm.”
RILKE
.............
DOĞUMUN KARNINDA HAYAT SANCILI BİR ÖLÜM
BEKLEYİŞİDİR.
............
Gördüm ki hayat, bütün çöp kutuları tüketilmiş,
ahşap bir eve benziyordu. Bahçede hep dikkat köpek vardı.
Sokakta hep insan.
Ben o evde kayboldum.
Ben o evde aramayı buldum.
VAR oluşumun sonunu buldum.
YOK oldum.
...............
-TARİH YALNIZCA BİR ZABIT KATİBİDİR;
ASIL
İNSANDIR, BİR TEKERRÜRDEN İBARET OLAN.
.................
-YAŞAMAK BİR ZORUNLULUKTUR.
ÖLMEK
BİR SORUMLULUK.
................
Yaşamanın mı vaktini geçirdim; geçmişin
ve geleceğin mi tadı yok?
Söz şöyle mi dizilmeli artık;
YAŞIYOR GİBİ YAŞIYOR GİBİ YAŞAMIYORUM.
Hayat
Sokağı Numara Ölüm-Hiçbişey-Gökhan Özcan
|