Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda       Gökhan Özcan-Hiçbişey
 

 

ÇİZGİ –II

 

BÖLEN:

Kararlı insanlar için ayırmanın tek bir yolu vardır:

Ortaya bir çizgi çekmek.

 

O adam da öyle yaptı bir gün.

Ortaya, tam ortaya, her şeyi ikiye bölen bir çizgi çizdi.

Ağlamanın ve dünyayı içine çekmenin

nerdeyse herkesin diline düştüğü

geveze ve talihsiz bir zamandı yaşadığı ve hayat,

ikiye bölmeyi melodik bir ısrarla istediği

eskimiş bir görüntüydü gözünde.

Bütün bütün kavramayı denemişti önceden.

Ama bilmiyordu neyi kavrayacağını,

nereye kadar açacağını kollarını

Soğuk sorular bekliyordu her zaman yolunu

bıktığı kadınlar gibi terleterek biraz da.

Hayat,

hangi delikten sızıp yayılmıştı

bunca geniş düzlüğe,

bunca ele gelmez tanımsız yalnızlığa.

Nasıl böyle sessiz tıkırdayabilmişti zaman

ve nasıl birikmişti bunca gürültüyle belleğe kazınan

köşeler boyu.

Bilmenin imkanı yoktu

düzlüğün küçük insanları için

eksilmenin buruk tadından başka hiçbir şeyi.

Ya da suskunluğun alıngan kuşkularından.

Gözleri kapamanın

ve elleri boşluğa uzatmanın

ayrıcalıklı hiçbir yanı yoktu

bir küçük ve kırılgan

insan için.

Olmayacaktı.

Öyleyse hayat,

defalarca ikiye bölünebilir

acınası bir bütün müydü?

Bir geniş acılar sempozyumu,

bir durduraksız boşluk sıtması mıydı ya da?

 

Eni yada boyu önemsiz bir bütün ancak

dünya kadar yönsüz olabilirdi.

İnsanın eline verilmişti bütün yönler,

işine yaramayacak ve

durmadan umut bağlayacağı kadar.

Başka gidilecek yer yoktu çünkü

herkes için kendinden sonra.

 

Beni başka kimse bilmiyor diyordu.

her küçük insan,

yanındaki

beni başka kimse bilmiyor derken.

 

Ortaya her şeyi birbirinden koparan bir çizgi

çizmek…

Kimse sevgisiyle titrek bir dur diyemezdi

böyle bir niyete artık.

Parmak uçlarından uçurumlardı gelecek

ve uçurumların parmaklarını kanatırdı

çizgiler…

 

Öyle yaptı adam bir gün.

Ortaya,

tam ortaya bir çizgi çizdi.

Her şeyi ortasından ayrılığa böldü.

Çizginin bir tarafından

öbür tarafındaki görüntüsüne baktı:

Sevmenin tükenmez ipleriyle istedi onu,

ağlayarak gelmiş geçmiş çiçek tozlarına kanarak.

Sonra öbür yanına geçerek çizginin

karşı taraftaki görüntüsüne baktı:

İtti bu defa,

nefretin ve iğrenmenin yüz çeviren utancıyla kendinden

ve sinirli kahkahalarını duyacak kadar

fark etmenin hayatı.

Birisi durduruncaya kadar sürdü

bitimsiz gel – giti

iki tarafı arasında çizginin,

başını döndüren rüzgarı

ve kavuran yağmuruyla birlikte

bilerek yaşamanın.

Sonra adam,

insanlığının iki düşkün kolundan

tutularak

götürüldü

ve çizginin tam ortasına:

Toprağın

ve

Ölümün

içine bırakıldı.

 

Çizgi II - Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Bıkkın palyaçoyu anlatmış mıydım size? Bir gün bütün boyalarını kullanıp yüzüne hüznü çizmişti. Nasıl alkışladım bilemezsiniz öyle görünce. Fotoğraf çektirip yüzünü yıkamasını söyledim. Fotoğraf çektirdi ve yüzünü yıkadı. Resim çıktı, hüzün çıkmadı.

.............

İnsanın hayallerini tüketecek kadar vakti olmamalı.

............

Anlatamamaksa zamanı yitiren yegane şeydir. Kaçılamayacak bir hata...

............

Yakada taşınan bir süs eşyası olabilseydi insan ve estetik değerlerde yakanın yeni sahipleri tarafından onaylansaydı; o zaman tek tek insanlarda masum güzelleştiriciler olarak sürdürebilirlerdi varlıklarını.

                 Öyle Sapsız Bir Hayat-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Varlığınız, hiçbir zaman kapaklı bir ceket cebinin sıradan yaşantısını fark edebilecek kadar tenhalaşmıyor.

..............

Ama sevgiler bayım... Onlar... Kimin kapısını çalacaklarını bilmezler çoğu zaman. Bu yüzden durmadan acı çeker seve,

nler. Herkes yada her şey bir yanıyla uygun değildir aslında sevilmeye. Yine de vazgeçebilir miyiz sevmekten bayım?

.................

Bütün kaybedişler güzellikleri biraz daha belirginleştirebilmek için değil mi?

                        Gri Serenat- Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Bazen gerçekten verilecek hiçbir cevap yoktur. Askılara asmak gerekir soruları, ya da dönüp kendine bakmak yeniden, yalçın kayalıklar gibi eritmek kendinde soruları...

                        Rucû- Hiçbişey-Gökhan Özcan

 

***

istese gidebilirdi adam.

“okyanus” lar gidilecek zorunlu yerler değildi.

ama kalmaktan yanaydı içinin önemli ya da önemsiz

bir parçası

ve adam o küçük önemli ya da önemsiz

parçaydı işte.

ters çevirmenin kolaylığıydı

bir kum saatini değerli kılan.

                        Sinderella Saati- Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Otomobillerin içleri camdan bölmelerle ayrılmış; ses, şık, kurşun ve sevgi geçirmez dünyalara bölünmüştü. İnsanlar günün önemli bir bölümünü otomobillerinin içinde ve birbirlerinin dışında geçiriyorlardı. Bu her yeri kaplayan bir zorunluluktu. Uymayanlar savaş otomobillerinin altında ezilmeye mahkûm ediliyorlardı. Günün her saatinde meydanlara bombalar düşüyordu. Bombalar insanları öldürmüyor, aksine zehirleyerek yaşatıyordu. Yaşamak her gün biraz daha zehirlenmekle eş anlamlıydı.

                        Oldu Bitti- Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Tanımla ve sev bizi Tanrım, sana hep birlikte ve içimizde hiçbir kötülük olmadan ve dış mihraklardan etkilenmeden n’olursun  diyoruz, bizi sev. Annemi de Tanrım annemi de...

............

-Peder bey, leylekler bu çocukları getirmesine getiriyor ama  cinsel eğitimleri var mı bakalım bu hayvanların. –Hiç sanmıyorum. –Öyleyse ben büyüyünce jetonlu makinalardan çocuk edineceğim. –Al işte bu ukala çocuk da batıracak bizi. Ah benim aklı kıt oğlum, o zaman bunca leyleği nerede istihdam edeceğiz? –Haklısın peder bey, özür dilerim. Galiba benim ekonomik bir programa ihtiyacım var.

...............

Hey bayan, ağaçkakanınız tahribat yapıyor içimde. Saf ve masum kalbimi tatil günlerinde bile rahat bırakmayıp oyuncak ettiniz kendinize, hislerim yalama oldu.

 

                        Hiçbişey- Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Bambaşkayım ben  ve başka benim başkalığım başkalarının başkalığından.

..............

Bir iş günü adamın bütün kalbiyle karısının kulağına eğileceğini ve tatlı bir fısıltıyla : - Gudbaymaylavgudbay... diyeceğini. Karısının bütün duymuşluğu ve umulmazlığı içinde başka bir gezegenin istek şarkısını icra edeceğini: - Akşama gecikme herif!.. Sonraki karede adamın bir enkaz kılığına gireceğini; molozların ve eski yaz gecelerinin görüneceğini ve oturma odasının beş çarpı müebbet halısı bile umrunda olmayarak ve toza garkederek herşeyi; fotoromanından çıkıp gideceğini bilmez onlar. Bilmezler en çok bir daha geriş dönmeyeceğini. Bildikleri tek şey iki film birden olduğudur. Yalnız bunu bilirler. Yani bilmezler hiçbir şeyi. Bilseler evlenirler mi? Evet, evlenirler tabii. Çünkü kocaların gözünde bütün kadınlar, bulaşıklardan daha sevimlidir. Ve karıların gözünde bütün kocalar, değer birşeyleri bulaştırmaya.

..............

Bir dar gelirli olarak enflasyonumu bol gelirlilere ithaf ediyorum. –Beyefendi ithaf vergisi tutarınızı en geç onbeş gün içinde en yakın şubemize yatırınız. –size en yakın olduğum an, cebinize girdiğim andı gizlice. Beni silginiz zannedip defterinize sürdünüz Leylâ. –Hayır Talât yanılıyorsun. Annem: “Seni gerçekten seviyorsa, bırak biraz burnu sürtülsün!” dedi diye defterime sürttüm seni.

..........

Çocukluk adamlık gibi mundar bişey değildi. Çocukluk adamlık gibi fasikül fasikül alınmıyordu dar bir pencereden. Biz kısa pantolondan lastikli dona geçmeden, Bütün filmler renkliye geçti.Elimize geçeni bilezik sandık. Kıtlık günleriydi o günler ve tanrılar Walt Disney’i yarattılar. O da Micky Mouse’u. Walt Disney bir bezirgan, Micky Mouse komikti. Evlerin reisleri işlerine gittiklerinde yuvanın dişi kuşları gizliden mahallenin  mandalcısına verdiler biriken eski çocuklukları. Oysa bize kalacak sanıyorduk gözlerimiz.

..........

-Alo İnsan mı?

-Evet buyrun.

-İçinizde bir yer ayırtmak istiyordum da...

-Kapalıyız efendim. İçimiz kalabalık.

                        Doküman- Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Kolay mı hayatı bir noktada düğümlemek?

Duvar gözlerini daha ne kadar saklaybilir?

Bir sonu  var bunun; herşeyin  bir sonu var.

duvara asılan resim gün gelir indirilir.

Yerinde tozdan bir çerçeve kalsa ne olur, kalmasa ne olur?

İstersen çıkmam dışarıya bugün; bana öyle geliyor ki,

Bu odanın dışına çıksam ve kapasam ardımdan kapıyı,

uçurumun kıyısında tutunduğum küçük çalı

artık seni taşımayacak.

Ben gitmek zorundayım biliyorsun, sen kalmak.

Böyle mi olmalıydı?

Senin hazırlığın daha bir benziyordu güz vakti uçurtmalara.

Söyle bakışlarını da vererek ellerime:

Gitmeyebilsek, kalabilecek miyiz?

...........

Ne bu tellerimi kamçılayan kırağı,

sesimin yetimliği neden?

..........

Eskiciye verilecek şeyler gibi tortulanıyor zaman,

yığılıp duruyor, kimseye anlatamıyor eskidiğini.

.........

Hiç gülmedi artık ondan sonra,

duvarlara baktı durdu.

Söyledikleri ağzına yapışıyor kalıyordu ve gücü yoktu,

gücü yoktu onları uçurmaya.

Ağlıyordu.

Ya sigara dediler, ya kahve, ikisinden biri. Sigara dedi.

Çocuk okula gidiyor, ağlıyor arkasından;

söylediğini anlamıyoruz, kızıyor.

Kaçıyorlar diyor sanki, kaçıyorlar.

Ne kaçıyor diyoruz;

gözyaşlarıyla bir kırlangıç çiziyor göğsümüze.

Eski ahşap konaklar gibi direnmeden yıkılıyoruz bir bir.

.........

Kalakalmak nedir biliyorum.

Suyun üstüne bir saman  çöpünde yaşayacaksın

bundan böyle.

Elinde kalan, suyun enginliği kadar,

senin bitmeyen sabrın.

Savaşacaksın.

Bu bakışlar toplamıyla, duvarla

ve odayla, konumunu yitirmiş bu solgun eşyalarla,

harcına elinin emeği, alnının teri düşmüş bu evle

ve insanlarla

onu günde yüzlerce defa yüzüne fırlatanlarla...

Sakın sezdirme kimseye gideceğin yeri bilmediğini.

Bak hepimiz buradayız

ve seviyoruz seni, ne olursa olsun.

..........

Eriğin dallarına çiçekler indiğinde

beni de anlaşılmaz bir tedirginlik sarar.

Dolu düşecek diye korkarım,

yakacak bir beddua gibi.

Korkarım ya.

Ama senin korkularını gitmeye yoramam.

Eller bir yerlere dayanamadığı için sallanır

boşlukta.

Bir emanetçisi olmadan

öylece

rüzgara karşı bırakılıverilen

uğurlayıcılar...

İşte asıl korkun senin

böyle birşeydi.

...........

Davetsiz bir bahar yağmuru dağıttı fakat

İçimdeki düğün derneği

Bu benim yaşanmamış yazlarımın ilki olacak.

Bir kasırga üfürecek bir muzrip.

Şöyle ki:

İnsanı leylekler getiriyor da

niçin götürmesin kırlangıçlar?

............

Elleri ağlamanın elleriydi,

gözleri saklamanın:

Yaşı küçük ihtiyarlar geçti, gördünüz.

Saçağın titreyen yürekleriydi:

Şakağıma beyazlayan kırlangıçlar göçtü,

gördünüz.

                        Irsi Kırlangıç-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Günler birbirine eklenmekte tükenen şeyler değil. Hergün yağmur yağıyor burada ve hergün farklı yağıyor. Ucundan tuttuğum hiçbir şey yok. Sokakları saymazsak gidilecek fazla bir yerim de yok. Bu yokluklar ne kadar sürecek ve ne zaman yok olacaklar, bilmiyorum. Bildiğim tek bir gerçek var bu kahrolası uzaklıkta: Burada yağmur yağıyor beni anlıyor musun? Gerçekten? Sen dünyanın seni ilk gördüğüm yerinde öylece duruyorken; ben, ben nasıl bu kadar uzağa düşebildim.

............

Sen orada asırlarca durabilirdin öyle. Gözlerimin bakabildiği tek yönde. Kıpırdamadan. Dünya; kımıl kımıl, bulanık bir önemsizlikti o günlerde.

............

İnan bana lise yıllarında otobüs beklerken, ben hep seni bekliyordum.

...........

artık seni bırakıp kaçabilirim. Nereye mi? Bilmem. Sen nerede yoksun? Gittiğim her yerde varsın. Nasıl yetişiyorsun bilmiyorum bu kadar yere. Bu bilmediğim şeylerden sadece biri. Senin hakkında bilmediğim şeyleri sayarak bile ne kadar bilgili olduğumu gösterebiliyorum insanlara. İnsanlar mı kim? Bizimkiler canım. Rahatsız olma. Bak istersen ayaklarını bile uzatabilirsin. Ben bunca yıl kalbimi uzattım burnunun ucuna kadar da sen rahatsız oldun mu? Şimdi ben de senin ayaklarına katlanabilirim. Kalbimin geometrik biçimini kaybetmesi de önemli değil. Şimdi ağaçlara daha kolay çizebiliyorum onu. Dizaynı daha kolay oluyor. Anlıyor musun?

.............

Balta sapı odundan olur. Niye babalar çocuklarını odun görmek istiyorlar acaba? Ama haklılar... Odun para ediyor. Çocuğun kim faydasını gördü?

                        Muhteris Tramvay-Hiçbişey-Gökhan Özcan

 

***

-         Seni seviyorum.

-         Beni mi?

-         Evet seni.

Gerçekten mi? Hay Allah! Hiç beklemiyordum. Muhtardan gönül ikametgâhı, valilikten sevgi oluru aldın mı? Lütfen al. Her şey kayıtlı olsun. Günün birinde sevildiğimi kanıtlamam gerekebilir.

...............

Hayatında bir ben, bir de sincap yavruları oldu değil mi? N’olur, sincap yavrularının yanında benimde olduğumu söyle. Söylesene. Konuşmazsınız. Siz erkekler, hep bırakıp bir yerlere gidebileceğinizi sanırsınız. Ama üstünüzü kirletirsiniz. Daha hiçbir yere gidemeden hem de. Tarihsel zorunluluğunuz bize getirir sizi. Çamaşır makinalarına hiçbir zaman iyi gözle bakmamışımdır bu yüzden. Yuva yıkıcı ve rekabet edilmesi imkansız otomatik kumalar gibi görmüşümdür onları.

...............

Kaybetmenin sonu yokmuş. Öyle derler. Sonu olsa, oradan bulunurdu belki her şey. Arayan bulur derler bir de. Gülünç. Bulmak isteyen aramak isteyen midir her zaman? Ya sen, aramak ister miydin? Arasan; görecektin. Hep oradaydım. Duruyordum. Bekliyordum. Bilmem. İnsan bazen neyi beklediğini bilmeden bekler ya... Beklemez mi? Hay Allah! Belki de yalnız kadınlarda oluyordur bu. Aybaşı gibi.

...........

Bir ömürdüm. Bittin. Sonuna yetişebildim ben. Kaçırdım bir kısmını. Videoya da  kaydedemedim. Bana video almamıştın ki... Hayırlı bir evlat olamadım. Düşünceli bir sevgili... Neyse... Seni seyretmek yeterdi bana. Bunu bile çok gördün hep flu kaldın. Hep karlama yaptın. Anten neyi düzeltebilir di? Anten de neydi? Kim oluyordu? Algı diye bir şey vardı. Algı işte. Bildiğimiz algı. Her şeyi kavrıyoruz ya. Algısal bir düzlemde buluşamadık seninle.

............

Dur orada dünyaya binip sana geleceğim.

                        Kırmızı Bavul Yumuşak G-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Bir kuyruklu yıldız gibi kapılıyorum karanlığa. Düşüyorum dışımdan, içimdeki boşluğa. Bir ben oluyorum. Bir sen... Bir ben ölüyorum. Bir her şey...

............

Gecenin kor alacasında ve mavinin yeşil sanılan tonuyla gözlerim, savruk bir çobanın düzenli yalnızlığını seçti. Yaşadım. Yaşadım ya da kendimden geçtim. Büyüdüm. Büyüdüm de kaç kelime ettim? Yalnız, bir çağlayanın ana rahminden, kendime, hep kendime sürüklendim.

.............

İki şıklı bir soruyum: Ya suskun bir ağırlık, ya tarifsiz maskara...

..............

Fotokopin geçersiz tek nüshalı kal birtanem!

...............

Kötü bir espriyim, işte huzurlarınızda: Ölümün küçük gözleriyle yaşadım aranızda.

ölümün küçük gözleriyle... yaşadım... aranızda

ölümün küçük gözleriyle...

ölümün...

                  Bir Varmış Hiç Yokmuş-Hiçbişey-Gökhan Özcan

 

***

Kuşların ulaşılmaz bir güzelliği vardı ve yeryüzünü bohçalayıp sırtlarına alırlardı ve kaybolmanın biraz ulaşılmaz biraz da dayanılmaz noktasında kristal bir flash patlıyordu ve herkesler şapkalarını havaya atıyordu ve gökyüzü geri tükürüyordu şapkalarını ve kuşlar durmadan uçmak denilen bir kayboluşa kapılıyorlardı.

.............

Her şey olmayacağım bir güne kalıyor. Her şey tutamayacağım bir yüksekliğe kaldırılıyor. Tehlikeliyim. Hayatı küçük çocukların bulamayacağı serin bir yerde saklıyorlar. Arama. Bulamayız. Çünkü yok. Olmayan bir şey o. Aradıkça bulamamanın iğrenç çukuruna çekiliyoruz.

...............

Ölüyor ve bana ait bir ölüm için direniyorum. Eksik bir parça gibi seni beklerken bu son nefes serinliğinde, bu zararız ve küçük molada durmadan depreşiyorum. Volkanik çatlaklardan düşüp bir bir yanıyor ve ardıma bakmadan kavruluyorum. Kimse kalmamış gibi. Yokluğun tek firesi gibi. Ya da varlığın tek firesi gibi. Aynı şey. Aynı şey. Aynı şey.

                  Başkabişey-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

Ne ben seni bir kara tahtanın önünde düşündüm ne sen hızlı şarkıların ritminden sordun beni. Az kullanılmış ve maviydi sözlerimiz.

................

Ve sana sende hiç olmadığım bir zaman apansız: Nazarlıksız yaşamış mor yürekli bir zarfla yokluğumu yollayacağım.

                  Yokluk Provası-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

-Sevgili dinleyiciler!.. Kayıp haberlerini veriyoruz... Bulunmuş ceset... Karanlık bir güz sabahında... insanlardan güzel şeyler kadar uzak bir mevkide... kollarıyla toprağa sarılmış vaziyette... kendi ölümüne çağrılmış... bir insan cesedi bulunmuştur... Bu özelliklere sahip kaybı olanların... en yakın karakola  müracaatları...

.................

Gerçekten güzel olur muydu acaba unutmak? Nasıl ölürdük o zaman?

.................

Korkularımla öyle çok yer kaplıyorum ki yeryüzünün karanlık boşluklarında; kötülüklere kaçacak delik kalmıyor.

...................

Sanki her şey çıkartma kağıdındanmış gibi... Öyle kolay ve öyle sıradan... Bütün önemsizler gibi zehirli ve içinde bir tırmalayış taşıyan...

..........

Ne olurdu? Bir eline varlığını, diğerine yokluğunu alarak dolaşmasan beynimin içinde, karıştırmasan kafamı, düşüncemi, gözlerimi... Ne olurdu?  Belki yürünebilir bir yol olarak kalırdı hayat. Belki hiç olmasan tutulacak bir kulpu olurdu dünyanın.

.............

-Sevgili dinleyiciler!..Tekrar ediyorum... Kayıp haberlerini veriyoruz... Bulunmuş ceset... Karanlık bir güz sabahında... insanlardan güzel şeyler kadar uzak bir mevkide... kollarıyla toprağa sarılmış vaziyette... kendi ölümüne çağrılmış... bir insan cesedi bulunmuştur... Bu özelliklere sahip kaybı olanların... en yakın karakola  müracaatları...faydasızdır. Çünkü cest... hayatın bütün çabalarına rağmen... ölü olarak bulunmuştur...

                  Bulunmuş Ceset-Hiçbişey-Gökhan Özcan

***

      “Ve kadınlarda  ne hüzünlü bir güzellik vardı; gebe olup ayakta durdukları vakit; ince uzun ellerinin, kendiliğinden üzerine düştüğü şişkin karınlarında iki meyve taşıyorlardı: biri çocuk, biri ölüm.”

                                                                                                                           RILKE

.............

DOĞUMUN KARNINDA HAYAT SANCILI BİR ÖLÜM BEKLEYİŞİDİR.

............

Gördüm ki hayat, bütün çöp kutuları tüketilmiş, ahşap bir eve benziyordu. Bahçede hep dikkat köpek vardı. Sokakta hep insan.

Ben o evde kayboldum.

Ben o evde aramayı buldum.

VAR oluşumun sonunu buldum.

YOK oldum.

...............

-TARİH YALNIZCA BİR ZABIT KATİBİDİR;

 ASIL İNSANDIR, BİR TEKERRÜRDEN İBARET OLAN.

.................

-YAŞAMAK BİR ZORUNLULUKTUR.

 ÖLMEK BİR SORUMLULUK.

................

Yaşamanın mı vaktini geçirdim; geçmişin ve geleceğin mi tadı yok?

Söz şöyle mi dizilmeli artık;

YAŞIYOR GİBİ YAŞIYOR GİBİ YAŞAMIYORUM.

                  Hayat Sokağı Numara Ölüm-Hiçbişey-Gökhan Özcan

 

 

                                                                                                                                                                                                     
 

Yukarı ] İleri ]

      

        Tasarım Elif

 

 ***Yenilikler***

Yazıya Yeni Yazılar

Sızıya Yeni Şiirler

Alıntıya Nazan Bekiroğlu'ndan Alıntılar

Merceğe  Cahit  Zarifoğlu Linki

Mevlanaya yeni bölümler ve

Mesneviden yeni hikayeler Eklendi

 

 

 

 

 

 

 

 

Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda Yukarı ] İleri ]