Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda       Nazan Bekiroğlu_Nun Masalları
 

 

 

Hep yanlış kalelerin burçlarına bayrak çekmeyi düşledik. Tükenmemek için gerekli olan tılsımı bir türlü bulamadık. Çıktığımız yolculuklar hep yanlıştı ve neden sonra farkettik;

/Yolculuk/

/Baharın ilk kuşları/

Ne çok sıkıntı çektik ömrümüz ilerledikçe. Üstelik ölümlüydük.

Onca güzeldik. Onca güzelliğin nereye gittiğini düşünüp acı çekiyorduk. Kuşkusuz bir daha dönmemek için gittiklerinden olacak bunca güzeldiler. Dahası bir zamanlar olduğumuz ‘ben’ de onlarla beraber gittiği için.

Baş döndürücü bir hız içinde sürüklenerek biteviye çirkinleşiyor, biteviye olmamız gerekenden başka birşeye dönüşüyorduk. Yok oluyorduk. Ya onca güzelliğimize ne oluyordu? Yoksa onca güzelliğimizde sadece bir aldatmadan mı ibaretti?

Kuşkusuz onları görmemizi sağlayan ışıktı aşk. Onun ışığında bütün ırmaklarımız yataklarına dönüyorlardı.

Onun ışığında bütün acılarımız güzelleşiyor ve bütün acılarımız bizi güzelleştiriyorlardı ve biz yalnızlığımızdan azizeler yaratıyorduk. Başımızın üzerinde nurdan hâleler yoktu ama çarmıhımızı sırtımızda taşımadığımızı kim iddia edebilirdi?

Her gün ne kadar çok çirkinlik gördük. Gözlerimizi ve kulaklarımızı ne kadar kapamaya çalıştı isek de her birinin yansımasıyla sadece, kalbimizi siyah bir benek sahiplendi. İstidadımız güzele ayarlanmış olduğu halde, kalbimizde o kocaman kara lekeyi taşırken güzel olduğumuzdan her hangi birine bahsedecek güce sahip olduğumuzu nasıl iddia edebilirdik?

Oysa biz hattat, mavi ırmaklar içinde doğmuştuk. Ağaç kovuklarından mavi ışıklar yükseldiği bir gece. Çobanlar ateş etrafında kır türküleri söylüyorlardı. Gökte mavi bir yıldız, ‘ruhu besleyen’, ufka çok yakın bir yerde tabiatın sırrını fısıldayacak kadar yakın görünüyordu. Kalbimizde o siyah leke yokken daha, hayatı ve ölümü hatta aşkı tanıdığımızı iddia ediyorduk. Kan ve ter içinde sırılsıklam, yaş içinde, atlarımızı mermer sunak kalıntılarının buz gibi sularında serinletiyorduk. Saçlarımızı arkadan tek örgü yapıp berrak su kıyısına eğildiğimiz zaman, ne kadar güzeliz, diyorduk.

Su kıyısında öyküsünü bildiğimiz nergisler.

Su kıyısında kendi görüntümüze âşık olabilecek kadar her şey yerli yerindeydi ve ırmaklar yaratıldıkları gün daha takip ettikleri seyr üzre yataklarında akıyorlardı.

Ne kadar kolaydı gökte yıldız damlalarının birdenbire ve teker teker kopması. Karanlık ne kadar kolaydı. Ne kadar kolaydı içimizden havalanan güllerin sönüvermesi. Hep tökezledik yollarda. Bütün dallar elimizde kaldı. Gökkuşağına ayarlamışken içimizin her zerresini, bütün kapılar hep aynı renkle sadece gri idi. Hep tökezledik yollarda. Taşlar ayaklarımızı ve çıplak dallar yüzümüzü kan içinde bıraktı.

Çok yorgunduk, çok yorgunduk ve dinlenmek için bize serin bir su uzatacak kimsemiz hiç olmadı. Sadece başımızın üstündeki ürkütücü siyahlıkta sonsuzluk içinde asılı duran bir bedr-i hilâl halimizden anladı. Ve onun, durgun su içine düşmüş görüntüsü.

Çok yorgun olmamıza rağmen çok da yalnızdık. Hep kendi halimize ağladık. Issız adada yol ararken, atımızı son gücümüzle mahmuzlarken biz, sonsuz karanlıkta taş kulelerin  arkasında bulutlar yarıldı. Bulutların yarıldığı yerden senin ve benim için sadece o bedr-i hilâl ağladı. Ve onun durgun su içine düşmüş görüntüsü. Biz o hilâli ve onun en az kendisi kadar olağanüstü güzel görüntüsünü gönlümüzde taşımaya taliptik. Lâkin çok geçmedi ve biz ahde vefasızlıkla karşılaştık. Kalbimizde siyah bir leke belirdi. Kalbimizde beliren o siyah leke bedr-i hilâlimizde de belirdi. Sadakatsizlikle ve vefasızlıkla her karşılaşmamızda, sadakatsizlik ve vefasızlığı ve ihaneti her öğrenmemizde, kalbimizdeki siyah leke biraz daha büyüdü ve bedr-i hilâlimizin ışığı, ışığı bedr-i hilâlimizin, vefasızlığı her gördükçe gözlerimiz, biraz daha söndü. Gün geldi başımızın üzerinde asılı duran ve bize en zor günlerde bile, en karanlık gecelerde bile güzelliği ikaz eden bedr-i hilâlimiz, kapkaranlık bir salkıma dönüştü, dönüşmekten öte, karanlığın kendisi oldu. Su kıyısında karacalar ve ceylanlar ne çok ağladılar.

/Yolculuk sonu/

yer o yer ama ne ben aynı ben’im ne sen aynı sen’sin.

Üstelik sen ve ben, ben ve sen değiliz.

***

Güzelliğin alışıldık bir şeye dönmesine izin vermeyelim.

Hatta ve Padişah – Nun Masalları – Nazan Bekiroğlu

... kendini o kadar hırpalamış olduğu aylar boyunca acının bile dinginlik içinde çekileninin daha katlanılır olduğunu unutmuş olduğunu anladı.

***

düşüncelerime söz geçirmem mümkün olmuştu ama, dedi, düşlerime söz geçirmem, o mümkün olmuyor. İçindeki her şey genç kalaya ve ağlamaya ilişkindi.

***

Anlatmasam aşkım beni yok ediyor. Anlatsam ben aşkımı.

***

Şeyh ona öğretti.

Ahde vefayı, sevginin emek demek olduğunu. Ona, ona git dedi. Vaad ettiği ülkeyi vermeyenlerden olma ki vaad edilen ülkesi verilmeyenlerden olmayasın. Gördüğün ışıklar ikinci kez baktığında hep yok oldular. Ona git ki sen de yok olan ışıklardan olamayasın.

***

Bütün mutluluklar birbirinin aynı. Ama mutsuzluklar birbirine uymuyor ve acılar birbirine benzemiyor.

***

Nihayetinde her şarkı kendi sonuna kadar vardı.

***

Benimse içimdeki öyküyle dışımdaki öykü, onlar birbirleriyle hiç uyuşmayacak. Sonra, iptal edilmiş kırmızı kalem serüvenleri, diye mırıldandı, ömrümüzün maceraları. Gerçekte var olduğumuz yer, ama bizi hiç aramayacakları yer. Ben, dedi acıyla, içimin serüvenlerini hiç göstermedim. Bütün ömrüm yazılıp da üzerinden kırmızı kalemle geçilivermiş iptal serüvenlerinden ibaret kalacak.

***

Hiçbir azabın anlaşılmamak dahası yanlış anlaşılmak kadar büyük olmayacağını farketti. Çünkü yanlış anlaşılmak beraberinde yanlış anlamayı da getiriyordu. Aşklarım, diye düşündü, kayıplarım, gördüğüm kan ve ölümler. Boynuna pırlantaları sahte bir hanedan nişanı takıldığı gün, biraz öteden bir cenaze alayının geçtiğini hatırladı. Ben, dedi, acılarımı keşke kendi adıma çekebilseydim ve göz yaşlarımı akıtabileceğim acılarım aşka ilişkin olsaydı. O zaman hiç olmazsa bir ülke adına ve uzak zamanların insanları önünde böyle sorumlu olmazdım. Ve bu sorumluluk beni böyle tüketmezdi.

***

Dua, dedi, içimizdeki serüvenle dışımızdaki serüvenin çatışması değil mi?

***

Ben ki, dedi, hep özne oldum ömrümün yollarında, lâkin hiç eylem olmadım.

***

Tıpkı ölmek gibi yaşarken ölmenin de ancak kendi nefsimizde tecrübe edebileceğimiz ve asla şiirlerden öğrenilemeyecek bir şey olduğunu öğrenince.

Ödünç ek fiillerle bağlanınca yaşama yaşam.

Anlarız, yine yanlış dileği tutmuşuz büyülü suyun başında.

Oysa Yâ Rabbi bize saf olanı ver demeliymişiz, kendi kaybolsa bile geçmişi yok olmayanı. Bunu vermezsen bile demeliymişiz, bize içimizdeki hallere tercüman olan lisanı ver. Yine yanlış dileği tutmuşuz da büyülü suyun başında, ışık sönünce apansızın kala kalmışız.

 

Işık yoktu. Eşya görünmez kılınmıştı ve yağmur yağmıyordu. Işığın sönmesi elbet yağmura ve dalgaya karışmak kabiliyetlerimizi kaybetmiş olmakla izah edilebilirdi. Boticelli tablolarından gündelik hayatımıza dökülen ışığı yitirmekten çok öte, onu yitirdiğimizi fark bile etmemekti. Işığın sönmesi güzellik gibi acının da alışıldık bir şeye dönüşmesiydi. Aynamızı yitirmiş olmakla, yitirdiğimizin bir ayna bile olmamış olduğunu anlamak arasındaki fark; sevgiliyi değil ama aşkı yitirmiş olmakla açıklanamayacak bir bilmeceydi. Kendimiz olmayan bir hayalle bir aynaya düşmüş olmaktan da başka bir şeydi.

Sıfır noktasıydı ışığın sönmesi, eksi değildi. İstiğna olarak da telâffuz edilebilirdi ve her halde tersinden okunabilirdi. Yalnızlık, kuşku yok ki bu yüzden, sözcüklerin kendi içini en çok dolduranı idi ve bu yüzden aklımızda en çok ve çabuk kalan sözcüktü yalnızlık.

Işığın sönmesi lügatlerde ‘eskimek’ten başka sözcüklerle yazılan bir şeydi ve aynı lügatler ‘lâl’i, ‘eskiden mücevherattan sayılan ama şimdi gözden düşmüş bulunan’ diye tarif etmekteydi.

***

ölümü anlamak kolayda, ya bu varlık ne oluyor?

***

İnsan, gün ışığına tahammülü kalmadığı için yapay ışıklarla sınırlandırılan bir minyatürün önünde, eğer kendisi ışık saçmıyorsa, neyi görebilir ki?

Genç mezarlık bekçisi, genç kalfa ve son padişah – Nun Masalları – Nazan Bekiroğlu

 

Narkoz altındaki o iki saat. Benim miydi? Demek yaşamış olmak hatırlamakla kaim. Peki ya ötesi?

***

Asıl mesele ‘yoklukların bizde bıraktığı boşluk duygusu’ değil mi?

***

Gözleri şehrin üstünden geçen yağmur bulutları kadar gri iken, yağmur bulutları kadar ıslak geçerken ömrümden, gözleri kentin kalabalığında yalnızlığıma, asırlara sinmiş yalnızlığıma  dur diyecekken. Nasıl mümkün olur çıldırmak?

***

biz seninle kaç gece şu taşlıkları adımladık. Hangi zamanlardan kalmayız? Birlikte olduk mu? Beraberce kalakaldığımız o zamanda ve mekânda bana iğrenmeden, kim bilir hangi talihin sana bağladığı şu çirkin ve noksan bedenime bir an ürpermeden bakabildin mi? bunun için zaten gerideki hikaye bu kadar karışık, tavırlar böylesine belirsiz.

***

mesaj: gözlerinizle kaç sevgilinin gözleri yükümlüyken.

Aşk için bütün yollar kapalı. Oysa aşktan başka çıkar yol yok gibi.

***

Benim işime yarayabilecek tek tanımsa yaşanamayanın acısı.

Bunca yaşanmışa rağmen yarım kalanın.

Bunca, sabahları birlikte bulduğumuz gecelere rağmen yaşanmamış olanın.

Dokunulmamış olanın anlayacağınız.

***

çıkın artık antika eşyaların teşhir edildiği vitrininizden. Damarlarınızda sıcak bir kanın dolaştığını bileyim. Elinizin sıcaklığıyla yüzümün bir tarafını okşayın. Göz yaşlarımı silmeyin öylece kalsın.

Gör beni ne olursun. Ne olursun görüver. Böyle – bazen siz, bazen sen-, aynı öyküleri tekrarlayıp durmayalım. İkinci kez ölmeyelim. Tek şarkı yeter lâkin bitmesin, yeter.

Yok olmayalım.

Son bölüm / Diğerleri / & ve  Nigar hanım, sevgili – Nun Masalları – Nazan Bekiroğlu

  

 

                                                                                                                                                                                                           

 

Geri ] Yukarı ]

      

        Tasarım Elif

 

 ***Yenilikler***

Yazıya Yeni Yazılar

Sızıya Yeni Şiirler

Alıntıya Nazan Bekiroğlu'ndan Alıntılar

Merceğe  Cahit  Zarifoğlu Linki

Mevlanaya yeni bölümler ve

Mesneviden yeni hikayeler Eklendi

 

 

 

 

 

 

 

 

Ana Sayfa    Yazı    Sızı   Alıntı    Mercek   Sizden Gelenler     Linkler     Hakkımızda Geri ] Yukarı ]